• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/sunumvaaz.vaaz
  • https://www.instagram.com/sunum.vaaz/
  • https://www.youtube.com/channel/UCrOVK1v-SpWyJl9iE8YTMdA
Üyelik Girişi
Site Haritası
Takvim
Mübarek Geceler

Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar34.066234.2027
Euro37.991438.1437
ÖRNEK BİR VAAZ PLANI VE VAAZ DUASI
VAAZ HAZIRLAMA VE SUNMA TEKNİKLERİ
MEVLİD KANDİLİ (VAAZ) & Bahattin TAMA Emekli Müftü

MEVLİD KANDİLİ (VAAZ) :

 

Dünyanın şahit olduğu en büyük hadiselerden biri, Resul-i Ekrem’in doğumuyla dünyayı şereflendirmesidir. Çünkü inkâr ve cehalet içinde boğulan insanlığa doğru yolu gösterecek, ahlakın en güzelini beşeriyete öğretecek Allah’ın Elçisi dünyaya gelmiştir. Esasen her türlü değer ölçüsünü yitirmiş, inkâr ve ahlaksızlık bataklığına saplanmış olan insanlık o kurtarıcının gelmesini bekliyordu. İşte bu hafta, o kutlu hadisenin, o kutlu doğumun yıldönümünü idrak ediyoruz.

 

        Bütün insanlığa kurtarıcı, kâinata nur ve hidayet sunucu olarak gönderilen Hz. Muhammed (s.a.v.), insanlığa yüce Allah’ın bir lütfüdür.

 

        O’nun hayatı, en ince noktalarına kadar bilinmektedir.

 

        O’nu ta Hz. Adem (a.s.)’den beri bekleyen insanlık, dünyaya gelişini de kuşak, kuşak takip ediyordu.

 

        Hz. Muhammed (s.a.v.)’in hayatının her safhası gün ışığı gibi aydınlıktır. Bilinmeyen, aydınlanmayan hiçbir yılı, hiçbir günü olmadığı gibi, bilinmeyen bir yönü de bulunmamaktadır.

 

        O’nun özellikleri her mukaddes kitapta yazılmış, her peygamber tarafından ümmetine tanıtılmıştır. Her Peygamber, O’nu anlatmıştır. Her Nebi ve Resuller O’nun ümmetinden olmayı arzulamışlardır.

 

        Hz. Muhammed (s.a.v.), geleceği bilinen ve beklenen tek peygamberdir. Daha gönderilmeden önce bile O’nun adına dualar ediliyordu.

 

        O’nun adına Allah ’dan yardım dilenilir ve Allah’ da daha dualarını tamamlamadan o insanlara rahmetini gönderirdi.

 

O’nun İslam’dan önceki ve sonraki ahlakı her türlü takdirin üstündedir. Yetimlik, fakirlik ve kimsesizliğine rağmen eli ve dili tertemiz olarak bir gençlik hayatı sürmüştür. Cahiliye adet ve geleneklerinden oldukça uzak yaşadı. Putperestler arasında yaşıyordu, ama dürüstlüğüne noksanlık getirecek hiçbir hareketi görülmedi. Çobanlık yaptı, amcası Ebu Talib’le Şam’a kadar gitti, Hz. Hatice (r.a.) ile ortaklık yaptı. Bütün işlerinde emin, sadık, dürüst ve güvenilir idi. Çevresindekilerin güvenini kazanmıştı. Kavminin puta tapanlarını kınıyordu. Bu yüzden çevresindeki putperestlerden hoşlanmıyordu. Kendisine peygamberlik gelmeden önce çoğu zaman yalnız kalmayı tercih ediyordu. O sürekli Allah’ın kudret ve hâkimiyetini tefekkür ediyordu. İnsanların bu derece dalalette olmalarına çok üzülüyordu ve en çok gittiği yer, Mekke yakınındaki Hıra Mağarasıydı.

Fahr-i kainat efendimiz doğmadan önce, bütün âlem, manevi yönden müthiş bir zulmet karanlıkları içinde idi. İnsanlar hudutsuz derecede azgınlaşmışlar, Allah tarafından gönderilen dinler unutulmuş, ilahi hükümlerin yerini, insan kafasından çıkan fikirler ve düşünceler almıştı. Sadece insanlar değil, bütün mahlûkat, zalim insanların vahşet ve zulmünden iyice bunalmıştı. Yeryüzünde bulunan bütün milletler Allah-u Teâlâ’yı unutmuş, huzurun, saadet ve sevincin kaynağı olan Tevhid inancı ortadan kalkmıştı. Küfür fırtınası, kalplerden imanı söküp atmış, insanlar putlara tapar olmuşlardı. İsrail oğulları birbirlerine düşmüş, Hz. Musa'nın getirdiği din unutulmuş, Tevrat bozulmuştu. Hz. İsa’nın getirdiği hakiki din de bozularak, din ile hiç bir alakası kalmamıştı.

 

        Allah-u Teâlâ’ya inanan ve putlardan uzak duran, Hz. İbrahim (a.s.)'in dinine bağlı  “Hanifler”  de vardı. Peygamber efendimizin babası Abdullah, dedesi Abdülmuttalib, annesi Amine ve bazı kimseler, bu din üzere idiler. Haniflerden başka bütün gruplar batıl yolda olup, büyük bir zulmet ve karanlık içinde idiler.

 

        Papazlar istedikleri gibi değiştirdiklerinden, İncil’in aslı kaybolmuş, Allah kelamı olmaktan çıkmıştı. Mısır’da bozulmuş Tevrat’ın hükmü, Bizans’ta yeni değiştirilmiş Hıristiyanlık vardı. İran’da ateşe tapılıyor, ateşperestlerin ateşi bin senedir söndürülmüyordu. Çin’de Konfüçyüsizm, Hindistan’da Budizm gibi uydurma dinler hüküm sürüyordu. Arabistan’ın insanları da karanlık içinde idiler. Yeryüzünün merkezi olan mübarek Mekke’de küfür sel gibi akıyordu. Beytullah’ın içine, lat, uzza ve menat gibi yüzlerce put doldurulmuştu. Zulüm son haddine varmış bulunuyor, ahlaksızlık iftihar vesilesi sayılıyordu. Netice itibariyle o zamanın insanları arasında şefkat, merhamet, iyilik ve adalet gibi güzel hasletler yok olmuş gibiydi.

Hayatın gayesi, yaratılışın manası silinmiş, yok olmuştu. Her şey manasız başıboşluk ve hüzün örtülerine bürünmüştü. Ruhlar bir şey bekliyor, bir nurun zulmet perdesini yırtmasını içten içe hissediyordu.

        O vahşet devrinde kâinat ufkundan bir güneş doğdu. Bu güneş âhirzaman Peygamberi Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselam idi. Tarihin seyrini, hayatın akışını değiştiren bu eşsiz olay, dünyayı yerinden sarsan değişimlerin en büyüğü idi.

        İşte insanlığın akıl ve kalbinde düğümlenen "Necisin, nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun?" sorularını, düğümlerini çözüp kâinatın Sahibini ilân ve ispat edecek bir zatın teşrifi sadece insanların ruh ve kalbinde değil, diğer varlıklarda, hatta cansız eşyada bile yansımasını bulacaktı.

        Doğudan batıya bütün âlemin nurlara büründüğü, İlâhi değişimin tecelli ettiği o gece neler oldu neler?

 

Kâinat, hürmet ve haşyet içinde efendisini beklemekte idi. Her varlık, kendisine mahsus diliyle, hâl ve hareketiyle bu emsalsiz insana “hoş geldin” demek üzere sevinç içinde hazır durumda idi.

 

Tarih Milâdî 571, Nisan ayının yirmisi…Fil Vaka’sından elli veya elli beş gece sonra. Kamerî aylardan Rebiülevvel ayının on ikinci gecesi. Mekke'de mütevazi bir ev, günlerden Pazartesi...Vakit, vakitlerin sultanı, seher vakti.

 

Bu mütevazi evde ve bu eşsiz vakitte muazzam ve eşsiz bir hâdise vuku buldu: Kâinatın Efendisi Hazret-i Muhammed (s.a.v.) dünyaya gözlerini açtı. Bu göz açışla birlikte âlem, sanki birden elem ve matemini unutarak sürura gark oldu. Karanlıklar anında nurla aydınlanıverdi. Kâinat sevinç ve heyecan içinde adeta,

"Doğdu ol saatte, ol Sultan-ı Dîn

 Nûra gark oldu semâvât ü zemîn" diye haykırdı. [1]

        Yahudi ileri gelenleri ve âlimleri kitaplarında daha önce rastladıkları işaret ve müjdelerin açığa çıktığını gördüler. Kimsenin haberi olmadan en önce onlar bu müjdeyi verdiler. O gece Yahudi âlimleri semâya bakıp "Bu yıldızın doğduğu gece Ahmed doğmuştur" dediler. [2]

        Bir Yahudi İleri geleni Mekke'de Peygamberimizin doğduğu gece, içlerinde Hişam ve Velid bin Muğire, Utbe bin Rabia gibi Kureyş ileri gelenlerinin bulunduğu bir toplantıda,

-"Bu gece sizlerden birinin çocuğu oldu mu?" diye sordu.
-"Bilmiyoruz" diye cevap verdiler. Yahudi:

        -"Vallahi sizin bu ihmalinizden iğreniyorum! "Bakın, ey Kureyş topluluğu, size ne söylüyorum, iyi dinleyin. Bu gece, bu ümmetin en son peygamberi Ahmed doğdu. Eğer yanlışım varsa, Filistin'in kudsiyetini inkâr etmiş olayım. Evet, onun iki küreği arasında kırmızımtırak, üzerinde tüyler bulunan bir ben var" dedi.

        Toplantıda bulunanlar Yahudi’nin sözünden hayrete düştüler ve dağıldılar. Her birisi evlerine döndüğünde bu durumu ev halkına anlattılar. "Bu gece Abdülmuttalib'in oğlu Abdullah'ın bir oğlu doğdu. Adını Muhammed koydular." haberini aldılar.

Ertesi gün Yahudiye vardılar:

-"Bahsettiğin çocuğun bizim aramızda dünyaya geldiğini duydun mu?" dediler. Yahudi:

-"Onun doğumu benim size haber verdiğimden önce midir, sonra mıdır?" dedi. Onlar:

-"Öncedir ve ismi Ahmed'dir" dediler. Yahudi: "Beni ona götürün" dedi.

Yahudi ile beraber kalkıp Hz. Âmine'nin evine gittiler, içeri girdiler.
Peygamberimizi Yahudi’nin yanına çıkardılar. Yahudi Peygamberimizin sırtındaki beni görünce, üzerine baygınlık geldi, fenalaştı. Kendine gelip ayıldığı sırada,

"Ne oldu sana, yazıklar olsun" dediler. Yahudi:

"Artık İsrailoğullarndan peygamberlik gitti. Ellerinden kitap da gitti. Artık Yahudi âlimlerinin kıymet ve itibarları da kalmadı. Araplar peygamberleriyle kurtuluşa ereceklerdir. Ey Kureyş topluluğu, ferahladınız mı? Vallahi size, doğudan batıya kadar ulaşacak bir güç, kuvvet ve bir üstünlük verilecektir" dedi. [3]

        Kâinatın Efendisini dünyaya getiren bahtiyar annenin henüz dünyaya gelmeden görüp gördükleri çok manalıydı..

        Peygamber Efendimize hamileyken rüyasında, "Sen, insanların en hayırlısına ve bu ümmetin efendisine hamile oldun. Onu dünyaya getirdiğin zaman 'Her hasetçinin şerrinden koruması için bir ve tek olana sığınırım' de, sonra ona Ahmed yahut Muhammed ismini ver."

        Yine kendisinden çıkan bir nurun aydınlığında bütün doğuyu ve batıyı, Şam ve Busra saray ve çarşılarını, hattâ Busra'daki develerin uzanan boyunlarını gördüğünü Abdülmüttalib'e anlatmıştı. [4]

        Aynı gece Hz. Âmine'nin yanında bulunan Osman ibn Âs'ın annesinin gördükleri de şöyle:

        "O gece evin içi nurla doldu, yıldızların sanki üzerimize dökülecekmiş gibi sarktıklarını gördük."

        Peygamber Efendimizin doğumu anında annesine yardım eden Safiyye Hatun şöyle anlatmıştır:

 

“Muhammed (s.a.v.) doğduğu sırada, her tarafı bir nur kapladı. Doğunca mübarek başını kaldırıp, açık bir dil ile;  “ La İlahe İllallah, İnni Resulullah ” yani Allah’tan başka ibadete layık bir ilah yok, Ben Allah’ın Resulüyüm, dedi. O’nu yıkamak istediğimizde,  “Biz onu yıkanmış olarak gönderdik.”  denildi. Doğduğu zaman göbeği kesilmiş ve sünnet edilmiş görüldü. Doğunca secde etti. Secdede iken hafifçe bir şeyler söylüyordu. Mübarek ağzına kulağımı yaklaştırdım, “Ümmetim, ümmetim” diyordu.

 

 

 

        Kureyş kabilesinin reislerinden olan sevgili peygamberimizin dedesi Abdulmuttalip anlatıyor:

 

        “Muhammed’in doğduğu gece Kabe’yi tavaf ediyordum. Bütün putlar yere düştü en büyükleri olan hübel putu yüz üstü bir taşın üzerine düşmüştü. Bir sesin Âmine Muhammed’i doğurdu dediğini işittim safa tepesine çıktım bir gürültü vardı sanki bütün kuşlar ve hayvanlar Mekke’ye toplanmışlardı. 

 

        Gece yarısı idi Kâbe sanki makamı İbrahim’e doğru secde ediyordu; Allah’u ekber Allah’u ekber tekbir sesleriyle beni müşriklerin pisliklerinden, cahiliyet zamanının kötülüklerinden temizlediler diye sesler geliyordu.

 

        Sonra Âmine’nin evine gittim, kapı kilitli idi, kapıyı çalıp açın dedim. İçerden Âmine Muhammed doğdu dedi, getir göreyim dedim hayır izin yok, birisi gelip çocuğu üç güne kadar kimseye göstermeyeceksin dedi, diye cevap verdi.

 

        Torunumu görmek istedim ve içeri zorla girmek için kılıcımı çektim bunun üzerine karşıma elinde kılıçla yüzü örtülü biri çıkıverdi ey Abdulmuttalip geri dön dedi çünkü torununu melekler ziyaret ediyor dedi, titremeye başladım, bu hali, bu hadiseyi üç gün kimseye anlatamadım, zira dilim tutulmuştu”  dedi. 

 

 Hz. Peygamber (s.a.v.) dünyaya gelince. Abdulmuttalip bu müjdeye çok sevinip Mekke halkına üç gün ziyafet verdi. [5]


        Evet bu ulvî anı dile getiren Mevlid'in yazarı Süleyman Çelebi bütün bu hakikatleri şu beydiyle şiirleştirmiştir:

         "Hem Muhammed gelmesi oldu yakin
          Çok alâmetler belürdi gelmedin"

Hazreti Muhammed (s.a.v.) Miladi 571’de, Rebi’ul Evvel ayının 12. gecesi sabaha karşı Mekke'nin doğusunda bulunan "Hâşimoğulları Mahallesi"nde, Safa tepesi yakınında babasından kendisine miras kalan bir evde doğdu. [6]

        Dünyayı şereflendiren iki Cihan Serverı’nın üzerini o günün bir âdeti olarak bir çanakla kapattılar.

        Araplara göre o zaman, gece doğan çocuğun üzerine bir çanak koymak ve gündüz olmadan ona bakmamak âdetti. Fakat bir de baktılar ki. Peygamber Efendimizin üzerine konulan çanak yarılarak ikiye ayrılmış, Efendimiz gözlerini gökyüzüne dikmiş, baş  parmağını emiyordu. [7]

         Evet, bu işaret her türlü küfrün, zulmün, şirkin ve her türlü batıl inanç ve âdetlerin parçalanıp yok olması, imanın, nurun ve hidayetin kâinatı aydınlatması için gönderilmiş bir Peygamber idi.

-Aynı gece Kabe'de tapılmakta olan   lat, uzza ve menat gibi  cansız putların çoğunun baş aşağı devrildiği görüldü.

 

        -Aynı gece İran Kisrasının MEDAYİN’deki sarayının beşik gibi sallanıp on dört balkonunun parçalanıp yerlere düştüğü ve burçlarının yıkıldığı öğrenildi.


        -Mukaddes sayılan SAVA gölünün suyu çekilerek kuruduğu görüldü.
        -Bin senedir yakılan ve söndürülmeyen Mecusilerin yani ateşe tapanların yanmakta olan ateşi aniden sönüverdiği müşahede edildi.

 

        -ŞAM tarafında bin yıldan beri kuru bir vadi olan ve suyu akmayan SEMAVE nehri dolup taşarak akmaya başladığı müşahede edildi.

 

        - Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimizin doğduğu geceden itibaren şeytan ve cinlerin gayb haberlerini öğrenmeleri için semaya çıkmaları yasaklandı. Böylelikle kâhinlere, sihirbazlara gaybi hadiselerden haber veremez oldular.

 

        Bütün bunlar işaret ve alamettir ki, dünyaya yeni gelen zat ateşe tapmayı, puta tapmayı kaldırıp, Fars saltanatını parçalayarak Allah'ın izni olmadan kutsal tanınan şeylerin kutsallığını ortadan kaldıracaktır. [8]

Yüce milletimiz tarihi geçmişinde uzun yıllardan bu yana Mevlid Kandillerinde Peygamberimizin doğumunu büyük bir coşku ile kutlamıştır. Bütün bu merasimlerde peygamberimiz anılmış ve onun her yönüyle anlatılmasına gayret gösterilmiştir.

Bizler; iyiyi kötüden ayırt etmeyi, birbirimizi sevmeyi, paylaşmayı, yardımlaşmayı, ahlakın güzelliklerini, dürüstlüğü, doğruluğu, erdemli bir davranışı, hoşgörünün en mükemmelini, insana saygının en yücesini, şefkat ve merhametin sınır tanımayan boyutunu, adaletin en güzel tatbikatını, kısaca her şeyin en iyisini ve en güzelini, o Rahmet Peygamberinin tebliğ, tavsiye ve uygulamalarından öğrendik. Hayatımızı anlamlı kılan değerlerimizi, dünya ve ahret dengesini, insan onuruna uyan yaşama sanatını bizlere hep o gösterdi.

Doğan oğlumuza Ahmet, Mehmet, Mustafa; kızımıza Gül, Güldane, Güllü ismini, ona sevgimizin bir nişanesi olarak biz verdik. Bahçemize, evimizdeki saksımıza rengârenk gülleri ona olan muhabbetimizden diktik. Yüreğimizin sesini gözyaşı ile ıslattığımız sayfalara mısra mısra Na’t olarak döktük.

Onu anlatıyor diye sevincimizde ve hüznümüzde mevlid merasimleri tertipleyip, şefaatini umarak bu duygularımızı paylaştık. Sınırda nöbet tutan askerimize, vatan için şehâdet şerbetini içmeye hazır erimize Mehmetçik adını biz verdik. Evet bütün bunları biz yaptık. Bu hasletimizle Millet olarak birlikte sevindik, birlikte ağladık.

O bizi hayat verecek şeylere çağırmıştı. O bize sevgi ve barış dini olan İslam’ı tebliğ etmişti. Bir cahiliye toplumundan medeni bir millet oluşturmanın sırlarını öğretmişti. İnsanların birbirini göz kırpmadan boğazladığı bir dönemde barış içerisinde yaşamanın yollarını insanlığa sunmuştu. Birbirine düşman olan kabileleri kardeş yapmış, yüreklere çöreklenmiş kin ve nefret tohumlarının yerine sevgi ve hoşgörü duygularını ekmişti. Ah günümüz insanlığı bunu bir anlayabilse… Bu anlayışa ne de çok ihtiyacımız var.

 Sonuç olarak; Mevlit kandilinde onu anmak, insanlığa sunduğu ilahi mesajı benimsemek, gösterdiği nurlu yoldan gitmek, her işimizde kendisini örnek almak, sünnetine uygun olarak yaşamak idealimiz olmalıdır. Aksi halde mevlit kandilinin bir anlamı olmaz. Çünkü O’nun dünyaya gelmesiyle karanlıklar aydınlanmış, Arabistan çöllerinde yaşayanlar O’nun kurduğu medeniyet sayesinde medeni milletlere üstat ve rehber olmuşlardır. O’nun getirdiği dinin terbiyesiyle çobanlar devletin üst mevkilerine kadar yükselmiş, sayısız adalet örnekleri göstermişlerdir.

 

 Hülasa: İslam dininin girdiği her yerde medeniyetler kuruldu, ilahi adalet dağıtıldı, insanlığa insanlık ve hürriyet öğretildi. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in risaleti, insanlık için adeta bir reçete oldu. Çünkü ilahi nur o risaletteydi.

Günahlarımızın affettiricisi, “Sen olmasaydın bu âlemleri yaratmazdım.” Sözünün muhatabı, Hatemü’l-Enbiya, Hatemü’n-Nebiyyin, Nebiyyi’s-Sekaleyn, Habibu’l-lah, Fahr-i alem, Fahr-ı kainat,, Seyyidu’l-murselin, Seyyid-i kainat, Hace-i kainat, Server-i enbiya, Peygamber-i ekber, Resu’l-ullah, biricik insan sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)’in temiz ruhuna binlerce salat ve selam olsun…

09.12.2016

 

                                                              Hazırlayan: Bahattin TAMA    

                                                                       Emekli Müftü       

K a y n a k ç a :

[1] Salih Suruç, Kainatın Efendisi Peygamberimizin Hayatı, Nesil Yayınları: 1/56,

[2] İbn-i Sa'd, Tabakat, 1:60,

[3] A.g.e, 1:162-163,

[4] Taberî Tarihi, 2:125; İbn-i Sa'd, Tabakat, 1:102,

[5] Taberî Tarihi, 2:125; İbn-i Sa'd, Tabakat, 1:102,

[6] İrfan Yücel, Peygamberimizin Hayatı, Diyanet Yayınları,

[7] İbn-i Sa’d, Tabakat, 1: 102,

[8] Bediüzzaman, Mektûbat,s:161,162.

  
3026 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi111
Bugün Toplam356
Toplam Ziyaret1647047
Hava Durumu
Saat
Vaaza Başlama Duası

Mevlid Kandili Dua Örneği

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI

VAAZ KILAVUZU

VAAZ VE VAİZLİK SEMPOZYUMU I
VAAZ VE VAİZLİK SEMPOZYUMU 2