• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/sunumvaaz.vaaz
  • https://www.instagram.com/sunum.vaaz/
  • https://www.youtube.com/channel/UCrOVK1v-SpWyJl9iE8YTMdA
Üyelik Girişi
Site Haritası
Takvim
Mübarek Geceler

Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar34.066234.2027
Euro37.991438.1437
ÖRNEK BİR VAAZ PLANI VE VAAZ DUASI
VAAZ HAZIRLAMA VE SUNMA TEKNİKLERİ
HZ.PEYGAMBERİMİZ VE BİRLİKTE YAŞAMA AHLAKI

  PEYGAMBERİMİZ VE BİRLİKTE YAŞAMA AHLAKI

"O takva sahipleri ki, bollukta da, darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever."

"Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, hoş görür ve bağışlarsanız, bilin ki, Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir."

Hz. Peygamberin hayatı boyunca insanlığa karşı davranışlarındaki en temel düşüncelerden birisi hoşgörü olmuştur. O, "Sen Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et."ayeti ışığında insanlara hoşgörülü yaklaşarak dini tebliğ etmiştir. Bu davete karşı insanların sert, katı ve kaba olmaları Onu bu ilkeden vazgeçirmemiştir.Taif seferi sırasında Hz. Peygamber'e karşı yapılan çirkin saldırı karşısında Onun affedici tutumu ve bu kavmin helakine değil de ıslahına dua etmesi güzel bir örnektir.

Akif’in:

“ Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;

Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!” beytiyle ifade ettiği bir zamanı yaşıyordu insanlık.

Hz. Peygamberin hoşgörü anlayışı ve İslâm tarihindeki hoşgörü uygulamalarından modern dünyanın alacağı dersler ve ibretler vardır. Müslümanları herhangi bir ayırıma tâbi tutmadan hepsini bağnaz, savaşçı ve müsamahasız olarak niteleyenlerin Hz. Peygamberin hayatını, faaliyetlerini ve İslâm tarihini iyi öğrenmeleri ve yorumlamaları gerekmektedir.

İnsan yaratılışı itibariyle sosyal bir varlıktır. Diğer insanlarla iletişim halinde bulunmak, bir şeyleri paylaşmak veyahut ta bazı konularda onların yardımına ihtiyaç hissetmektedir. Yani insan kendi başına tam olarak bu hayatı sürdüremez. Bir şekilde başka insanlarla ilişki içinde bulunmak zorundadır. İslâm ise bu ilişki esnasında uyulması gereken bir takım kurallar getirmiştir. Bu kurallar hayatı yaşanılır hale getiren ve insana insan olduğunu hatırlatan kurallardır. Örneğin, bu kurallardan bir kaçını Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şu şekilde sırlamıştır: “Birbirinizle alâkayı kesmeyin! Birbirinize sırt dönmeyin! Birbirinize kin tutmayın! Haset etmeyin! Ey Allah’ın kulları! Kardeş olun!”  

İnsanlar ancak birbirlerine yardım ederek bu hayata tutunabilirler. Birbirlerine sırt çevirmeden, birbirlerine kin gütmeden, kardeş olarak yaşarlarsa eğer Allah (c.c.)’a layık bir kul olabilirler. Nitekim toplum halinde yaşamanın getirdiği sorumluluklarda bu tür kurallara uymayı zorunlu kılmaktadır. Ancak bazen bu kuralları hiçe sayan ve onların zıddına hareket edenler ortaya çıkmaktadır. Bu durumda hayat çekilmez hale gelmekte ve insanlar bir karışıklığın içinde kendilerini bulmaktadırlar. Sonuç olarak bundan küçük-büyük, kadın-erkek, yaşlı-genç herkes zarar görmektedir.

Hoşgörü; “farklı görüş ve davranışları tahammülle karşılama, önemli olmayan hata ve kusurları hoş görme ve bağışlama; bizden olmayan veya bizim gibi olmayan başkalarına karşı güçlük çıkarmama, onlara müdahale ve baskıda bulunmama ve onların ufak farklılık ve kusurlarını görmezden gelme” olarak tanımlanmıştır.

Hoşgörünün farklı bir bakış açısıyla yapılan tanımı ise; bu kavramdan başka ne gibi bir sonuç çıkarmamız gerektiğini açıklar niteliktedir; “Hoşgörü, herhangi bir kimsenin, başkalarının, kendisini doğrudan ilgilendirmeyen davranışlarına, ama inancı ama ideolojisi arkasına sığınarak karışmaya kalkışma yanlışından kaçınma demektir.

İnsan, hayatında pek çok kez kendisini öfkelendirecek olaylara şahit olur. İşte böyle durumlar karşısında kişinin kendini frenlemesi ve kontrol altına alması, öfkesine sebebiyet veren kişiye/şeye karşı sahip olduğu hoş- görüsü ve yumuşak huyluluğu ile mümkündür ki bu tutum Kur’an-ı Kerim’de methedilmektedir. Dolayısıyla müminlerin bu hasletleri kazanmaları teşvik edilmiştir.

Dürüstlüğü, emaneti korumayı, insan haklarına riayet etmeyi, yetim ve kimsesizlere kol kanat germeyi, kimseyi incitmemeyi, iyilik yapmayı öğütleyen ve yaşayışıyla bunlara en güzel örnek olan Peygamberimiz; “… İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de gerçek anlamda iman etmiş olamazsınız. ...”buyurarak sevgiyi ve imanı toplumsal barışın, birlikte yaşamanın temel taşı yapmıştır. Daha sonra da yanındakilere, aralarında sevgi bağını, Kur’an’da da üzerinde önemle durulan (eve girerken selam verme, daha güzeliyle veya aynıyla karşılık verme, ancak selâmlaşarak kurabileceklerini bildirmiştir.

Bu konuda akla gelen ve hepimiz tarafından iyi bilinen birkaç Hadisi Şerif’e kulak verelim: “Sizden biriniz kendisi için istediğini Müslüman kardeşi için de istemedikçe (kâmil manada) iman etmiş olamaz.”

Kim müslüman kardeşinin ihtiyacını giderirse Allah da onun ihtiyacını giderir; 25 kim müslüman kardeşini bir sıkıntıdan kurtarırsa Allah da onu bir sıkıntıdan kurtarır; kim müslüman kardeşinin bir kusurunu gizlerse Allah da onun kusurunu gizler(affeder)”

 “Mümin ülfet eden(uzlaşıp kaynaşan) insandır; ülfet etmeyen ve kendisiyle ülfet kurulamayan insanda hayır yoktur.”

1-Hoşgörü göstermemiz gereken ilk kişiler şüphesiz AİLELERİMİZDİR.

Aile hayatında hoşgörü; hanımlara karşı iyi davranmak, çocuklara sevgi ve şefkatle yaklaşmak ve anne-babanın hukukuna riâyet etmekle sağlanır. Bu konularda Hz. Peygamber model ve örnek şahsiyettir.

 Onun eşlerine nasıl merhametle, iyilikle, sabırla, sevgiyle yaklaştığı bilinen bir husustur.

 Çocukları ve torunlarına karşı bir merhamet abidesi olan Hz. Peygamber sürekli olarak onlarla ilgilenmiş, sevgiyle ve yumuşaklıkla davranmıştır. Torunları Hz. Hasan ve Hüseyin'in kendisi namazda bulunduğu sırada kendi omuzlarına binmesine rıza göstermiştir.Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.

PE. sav. eve selamla giriyor, selamla çıkıyordu. Kızı Fatıma’nın alnından öpüyor, dualar ediyordu.

Muhammed sav. Hanımlarının gönlünü almak, onları memnun etmek için fevkalade titizlik gösterirdi.

Hz. Peygamber hanımlarına karşı pek ince ve nazikti.

O, hastalığının ilk günlerini Hz. Meymune’nin odasında geçirmişti.Geri kalan günlerini de Hz. Aişe’nin hücresinde geçirmek istedi.Ancak bunun için bütün hanımlarından izin ve helallik almayı da ihmal etmedi.

Bu ne nezaketti!

Tabiatıyla her aile reisi erkeğe de örnekti.

Son hastalığında Hz. Aişe’nin odasında kalabilmek için öteki hanımlarından izin alma nezaketini göstermişti.

O peygamberlik ve devlet başkanlığı heybetinin hanımları ile olan ilişkilerini etkilememesine son derece dikkat ederdi. Daima güleryüzlü idi.

Efendimizin mûtad bir âdeti vardı: Her ikindi namazından sonra hanımlarını dolaşır, onların hal hatırlarını sorar, ihtiyaçlarını tespit ederdi. Akşam da sıra hangi hanımında ise, o hanımın odasında diğer bütün hanımları da toplanır, sohbet ederlerdi. Sonra da herkes kendi hücresine çekilirdi.

…Demek ki ne kadar merhametliyseniz ona o kadar yakınsınız. Onu o kadar seviyorsunuz. Küfrü,kötü sözü,kavgayı hatta yüksek sesle konuşmayı bile terk edeceksiniz…

“Sözlerinize dikkat edin, düşünceleriniz olur,

Düşüncelerinize dikkat edin davranışlarınız olur,

Davranışlarınıza dikkat edin karakteriniz olur,

Karakterinize dikkat edin kaderiniz olur.”

Dilimizi güzel sözlere alıştırmak…

Evimiz gizlice dinleniyor: Çocuklarımızın her kulakta birer tane olmak üzere iki mikrofonları var.Bu aşırı hassas aletler,duyduğu her duayı,söylenen her şarkıyı,normal konuşmaları ve her tip dili katdeder,alır.Bu mikrafonlar, duydukları her şeyi akla iletirler.Daha sonra bu sesler çocukların kelime haznesini oluşturur ve davranışları için temel hazırlar.

Şikayetçi olduğunuz bu dünyaya bakarken; geleceğin dünyasını kuracak, belki olumlu anlamda değiştirecek insanları, torunlarınızı ve geleceğin çocuk yetiştirecek anne ve babalarını “sizin yetiştirmekte olduğunuzu” unutmayın!

Biz miras olarak gözyaşını, edebi miras bırakalım. Bu da ancak Allah Rasulu’nün sünnetiyle mümkündür. Ne kadar uyarsak, ilahi rahmete, nebevi şefeate nail oluruz.

Amcası Abbas ra.”Hanginiz büyüksünüz? “ diye soranlara: ”Pe.’miz büyük,ben yaşlıyım” dermiş.Daha büyüğüm demiyor.Aldığı edeple…

Bugün gençlerimizde haya eksikliği hissediyorsak suçu büyüklere yüklemek gerekir. Dolayısıyla edebimizle, saygımızla örnek olmak zorundayız.

Bir söz vardır: Siz iffetli olun ki eşleriniz de iffetli olsun.Siz anne-babanıza itaat edin ki evlatlarınız da size itaat etsin.

ÖRNEK NESİL isteyenler örnek olmak zorundalar.

Pe. sav. herkese edep öğretti.

Hş: Ben ademoğullarının efendisiyim.-ama hemen parantez açıyor,ekliyor.Yanlış anlaşılma olmasın diye.-Bunu öğünmek için söylemiyorum.”

Pe. Sav. içeri girince ayağa kalktılar.”Kureyşte kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum.”

“Sakın İsa’nın ümmetinin onu yücelttği gibi sizde beni yüceltmeyin.’Allahın kulu ve rasuludür’ deyin.”-yeter-

Mahcup etmemek

Çok sitem eden tenkit eden eleştiren takılan  insanlar olduk…Hatalar tatlı dille elbette uyarılmalı,düzeltilmeli.Ama kırarak dökerek değil…

Allah Resûlü sav. Ezd kabilesinden İbn-i Lütbiyye’yi, Süleymoğulları kabilesinin zekatını toplamak üzere, âmil (zekat memuru olarak) olarak görevlendirmişti. Memur, görevini yapıp Medine’ye dönünce Resulullah’ın huzuruna varıp hesabını verirken;

“Ey Allah’ın Resulü! Şu sizin zekât mallarınız, bunlar da bana verilen hediyelerdir.” dedi. (Bu söz Peygamber Efendimiz’in canını sıktı ve Allah Resûlü hayretle sordu: “Tuhaf şey! Sen doğru sözlü bir adamsan söyle bakalım, ananın-babanın evinde otursaydın bu mallar sana hediye olarak verilir miydi? Bunu bir dene bakalım!”

Allah Resûlü sav. onu şahsen ikaz etmekle yetinmedi, minbere çıktı Allah'a hamd ve senadan sonra şöyle buyurdu:

"Size ne oluyor ki! İçinizden birilerini Allah'ın bana verdiği yetki ile âmil (zekat memuru) olarak bir yere gönderiyorum, (ona orada devletin memuru olduğundan dolayı bazı şeyler veriyorlar.) Dönünce kalkıp bana; "Bunlar sizindir, şunlar da bana hediye verilmiştir" diyor. Bu adam eğer doğru sözlüyse, babasının veya anasının evinde otursaydı da hediyesi ayağına gelseydi ya! (Ana-babasının evinde otursaydı bunlar ona verilir miydi?) Allah'a yemin ederim ki, sizden kim haksız yere bir şey alırsa kıyamet günü haksız olarak aldığı şeyi yüklenerek gelecektir. Kıyamet günü Allah'ın huzurunda birinizin bağıran bir deveyi, böğüren bir ineği veya meleyen bir koyunu yüklenerek geldiğini sakın görmeyeyim ". Sonra koltuk altlarının beyazlığı görülecek kadar ellerini kaldırdı ve şöyle buyurdu: "Allah’ım tebliğ ettim mi? Allah’ım tebliğ ettim mi? Allah’ım tebliğ ettim mi?”

Efendimiz sav. şöyle buyuruyor:

“Ey insanlar, sizden kimi bir iş için tayin ettiğimizde o bizden bir iğneyi veya iğneden daha kıymetli bir şeyi gizleyecek olsa bu bir gulüldür yani hıyanettir ve kıyamet günü onunla Allah huzuruna gelecektir."

Hz. Ebu bekrin hazineden maaş istememesi…-Hz. Ömer, Ebû Bekir ra. halife olduktan sonra ticaret yapmayı sürdürmek istemesine karşı çıkarak beytülmâl görevlisi Ebû Ubeyde vasıtasıyla yıllık 2000 veya 3000 dirhem maaş bağlanmasını sağlamış (İbn Sa‘d, III, 138; Taberî, III, 432),fakat Ebu Bekir ra. Vefatından sonra bu maaşların toplanıp beytülmale geri verilmesini vasiyet etmiştir. -KAÇAK ELEKTRİKLER…-

*Çocuğu başkasının yanında eleştirmek, öğrenciyi tenkit etmek… Sünneti seniyyeye uygun değil.

Çocuklarına eşlerine sert davrananlar, PE. SAV.’i bilmiyorlar demektir.

Hz. Aişe: “Allah Rasulü hiçbir hanımına veya hizmetçisine bir fiske vurmadı.”

Hş: Allahın kadın kullarına vurmayın.

Aişe Ra. bir gün sesini yükseltiyor. ”Ya Aişe! Ağır ol! Sen yumuşak huylu olmalısın.Terör estirmekten, aşırı tepkili davranmaktan sakınmalısın.-Teröre benzetiyor…

-Ben hep yumuşak muamele gördüm” buy. HZ. Aişe.

“Hümeyra” pembecik dermiş.”Ya aiş.” dermiş.Fatoş gibi…Samimi ifadelerle hıtap etmek…

Konu-komşu herkese en güzel şekilde hıtap eden E. Sav.

Örneğimiz PE. SAV.., gönül adamları olacak…

Hanımları çekinmeden ve herhangi bir kaygıya kapılmadan kendisine cevap verebilirdi. Bir keresinde Hz. Ömer`e eşlerinden biri karşılık verir.

Hz. Ömer çok hiddetlenir. Ve hanımını azarlamaya kalkışır Hanımı: “Sana ne oluyor ki peygamber eşleri bile peygambere karşılık veriyor.” diye mırıldanır. “Peygamber’e cevap veriyorlar.”der. Ömer bu, hemen Hz. Muhammed`e gider. Öğrenmek ister; gerçekten var mıdır böyle bir şey? Hafsa`nın evinde bulur peygamberi ve kızını. Merak ettiklerini kızına sorar. Kızı doğrular. Bunlar olurken Hz. Muhammed (sav) tebessüm ile seyreder, baba ve kızı...

Baba Hz. Ömer hızını alamamıştır. Kızına; “Sizden kim böyle yaparsa büyük zarar eder. Hanginiz Resulullah`ın öfkesi sebebiyle Allah`ın gazabına uğramayacağından emin bulunuyor. Bir anda helak olursunuz.” der. Hz. Muhammed hala tebessüm ile izler onları...

TEBESSÜM...

Hepimiz ahir zamanda tebessüm etmeyi unuttuk. Ne kadar da dertliyiz. Rasulullah'ın (sav) hiç derdi tasası yoktu...’ BİZİM DERDİMİZ ÇOOK. O YÜZDEN TEBESSÜM EDEMİYORUZ.’ En güzel şeylerin bile farkına varamadan ömrümüz geçip gidiyor...

2-Komşulara hoşgörü:

Sahabeden Abdullah bin Amr bir koyun kestirmişti Ailesine:- Yahudi komşumuza verdin mi? Yahudi komşumuza verdin mi? diye telaşla sordu ve sonra, “Ben Hz. Peygamber'den şöyle işittim.” diyerek Cebril'in Resûlullah'a komşuya iyilik hususunda sürekli tavsiyede bulunduğuna dair hadisi nakletti (Ebû D''vûd, Edeb, 122, 123; Tirmizî, Birr, 28)

İslâm âlimlerin büyüklerinden Malik bin Dinâr'ın yahudi bir komşusu vardı. Yahudi, evinin kanalizasyon çukurunu, düşmanlık olsun diye, Malik hazretlerinin odasının arkasına yaptı. Odadan içeri sızıntı oluyor, pis koku çok rahatsız ediyordu. Malik bin Dinar, her gün sızıntıları temizler, pis kokuyu giderici güzel kokulu şeyler yakardı.

Yahudi, Malik'in rahatsız olduğunu anlıyordu. Fakat şikayete gelmemesine hayret ediyordu. Malik'in üzerine kendisinin sabrı taştı. Malik'in evine geldi. Pis kokuyu duyunca dedi ki:

— Ey Malik, bu koku ne?

— Burada kokulu şeyler yakıyorum.

— Hayır, bu koku kanalizasyon kokusudur. Bak duvardan sızıyor. Ne diye bana söylemiyorsun?

— Eğer söyleseydim, sen üzülebilirdin. Bizim dinimizde, komşuyu üzmemek ve ondan gelen eziyetlere katlanmak vardır. Komşuyla kavga ve gürültü etmek yoktur.

Yahudi bu sözler karşısında sarsıldı. Dedi ki:

— Ben bugüne kadar İslâm dinine düşman idim. Şimdi İslâmiyete hayran kaldım. Böyle güzel ve tatlı hükümler ancak hak olan bir dinde bulunur. Ey Malik, müslüman olmak için ne lazımsa derhal yapmaya hazırım!

Yahudi, Kelime-i şehâdet getirdi ve iyi bir müslüman oldu.

3-Diğer din mensuplarına karşı hoşgörü:

Farklılıklarımızı bir zenginlik olarak algılamayıp, bizim gibi düşünmeyenlere karşı ortaya koyduğumuz tahammülsüzlükler hayatımızı zorlaştırdığı gibi, daha güzel düşünce ve fikirlerin oluşumuna da engel olmaktadır.

 Ama biz rahmet peygamberi olan Efendimiz(s.a.v.)’in hayatında, farklı fikirlerin nasıl hayat hakkı bulduğuna ve kendi yetiştirdiği insanlara bile nasıl sonuna kadar böyle bir alan açtığına dair siyer içerisinde yüzlerce örneği görüyoruz. Renklerimizin, dillerimizin, fiziksel şekillerimizin ve elbette düşünce dünyalarımızın farklılıkları, hep Kerim olan Rabbimizin birer ayeti ve şükredilmesi gereken birer nimetidir. Allah(c.c.) isteseydi tüm insanlığı birbirinin aynısı olarak yaratır, inkârcılara hayat hakkı vermez, seçme ve irade gösterme noktasında kapıları tamamen kapatırdı.

Bir çocuk vardı. Sokakta Pe. sav.’ i görünce “Ya Ebe’l Kasım!” diye seslenirdi. Yahudi çocuğuydu.Göremedi Pe. Sav. bir süre.Sordu.”Hastalandı.”“dediler.Evine gitti.Zor nefes alıyordu.”Müslüman ol!”buy.Çocuk babasına baktı.Babası:“Ebul Kasım’ı dinle.” dedi.”  “eşhedü…”dedi ve Pe.sav.’ in kucağında ruhunu teslim etti.Evden çıkarken E. Sav. islami usullere göre yıkanıp kefenlenmesini söyledi ve:”Bu çocuğu cehennem ateşinden koruyan Allaha hamdolsun.” buy.-bir gönül daha kazandık…-

Kays b. Sa'd ile Sehl b. Huneyf, Kadisiyye'de bulunurlarken yanlarından bir cenaze geçti. Bunlar ayağa kalktılar. Kendilerine; bu cenaze, bu yer halkından (yani zımmilerden) dir, denildiğinde Kays ile Sehl de: Resulüllah'ın (asv) yanından bir cenaze geçmişti. Allah Resulü, ayağa kalktı. Bunun bir Yahudi cenazesi olduğu kendisine bildirildiğinde: "Bu da bir insan değil mi?" buyurdu.(Müslim, Cenaiz, 78,Hadis no: 1596)

-İlahi dinlerin ibadet yerleri kutsal olma özelliğine sahiptir. Müslümanların camileri nasıl korunuyorsa, diğerlerinin ibadet yerleri de öylece koruma altındadır.Nitekim bu hususta Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyrulmaktadır: "Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defetmeseydi, mutlak surette, içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılır giderdi..."(19) Nasıl bir Müslüman'ın camiye gidip inancının gereğini yerine getirme hakkı varsa, bir Hıristiyan'ın kiliseye, bir Yahudi'nin de havra veya sinagoga gidip ibadetini yerine getirme hakkı mevcuttur. Hz. Peygamberin, Medine toplumu içinde bir süre birlikte yaşadığı Yahudiler'in ibadetlerini kısıtlama gibi bir uygulamaya gitmediği, aynı şekilde Necranlı Hıristiyanlar'ın inançlarını yerine getirmelerine izin verdiği de bilinmektedir.

Hz. Peygamber hicretten sonra, Medine şehrinin önemli unsurlarından olan ve kendisinin Medine'ye gelişinden pek memnun olmadıkları anlaşılan Yahudiler'e karşı olumlu ve ılımlı davranmış, onlarla anlaşma arzusu içinde olduğunu hissettirmiştir. Nitekim onları, aralarında ortak olan bir kelimeye davet etmiş, namazlarında onların kıblesi olan Beytü'l-Makdis'e yönelmiş; Müslümanlar'ın, Yahudiler’in iffetli kadınlarıyla evlenmelerine izin vermiştir.

Yahudiler'i İslâm dinine ısındırmak için önünden geçen Yahudi cenazesine saygı gösterip, ayağa kalkmış ve bunu ashâbına tavsiye etmiştir. Yine Hz. Peygamber, müşriklerin girmesini yasakladığı mescide, Ehl-i kitab olan Yahudiler'in girmesine izin vermiştir. Hz. Peygamberin Yahudiler'e karşı izlediği olumlu tavırlar sonucu az sayıda da olsa bazı Yahudiler'in Müslüman olduğunu bilmekteyiz. Abdullah b. Selâm, Sa'lebe b. Sa'ye, Esîd b. Sa'ye, Esed b. Ubeyd, Muhayrık, Meymûn b. Yâmin gibi Yahudiler İslâm'ı kabul etmişlerdir. Yahudiler bu anayasa ile Hz. Peygamber'i devlet başkanı olarak kabul etmişlerdi. Ayrıca Medine'ye karşı oluşacak bir dış tehdit ve saldırı karşısında Müslümanlarla birlikte şehri ortaklaşa savunacaklardı. Medine anayasası tarafların din ve inanç hürriyetini, can ve mal emniyetini sağlıyordu. Ancak Yahudiler tüm bu olumlu ve ılımlı yaklaşımlara rağmen antlaşmalara sadık kalmayarak müşriklerle işbirliği yapmışlar ve müslümanları arkadan vurmaya çalışmışlardır.Bunun üzerine Hz. Peygamber, onlarla savaşmak ve Medine dışına çıkartmak zorunda kalmıştır.

4-VE tüm insanlara hoşgörü…

Bir kasabada bir genç açlıktan ölmüş. Mevlana bunu duyduğunda:”O kasabada hiç müslüman yok muydu?” (Hepsi sorumlu… Yine bir genç intihar ettiğinde “Derdine dermen olacak kimse yok muymuş?” diyor…)

Bir gün sağında on yaşında çocuk, solunda Hz. Ebu Bekir ra. Elindeki suyu kime ikram edecek? Ebu Bekr’e verse sağdan başlama ilkesi kenarda kalacak. Çocuğa şöyle diyor:”Müsaade edersen önce Ebu Bekir’den başlayayım.” -”Hayır!” diyor çocuk.”Bir peygamber ikram edecek,ben de başkasına verecem,olmaz!” Pe. sav. tebessüm ediyor.

Bir söz vardır: Küçüğün küçük hatrı, büyüğün büyük hatrı vardır…

PE. sav. herkese, her şeye insanca, islamca yaklaşıyordu.Değer veren değer bulurdu.

Siyahi bir kadın vardı. Hurma dallarından süpürge yapmış mescidi süpürüyordu.PE. Sav. Medine dışındayken kadın vefat ediyor.”Neden bana haber vermediniz?” -Mescide hizmet edenin değerli olduğuna böylece işaret ediyordu. Ahlaki,eğitici metodlar kullanıyordu.-

Hş: “Hoşgörülü ol ki sana da hoşgörü ile davranılsın.”

Enes b. Mâlik (ra): Genç yaşında Peygamberimizin (sav) hizmetine girmiş ve on sene Peygamberimize (sav) hizmet etmiştir. Hz. Enes (ra): “Resulullah’a on sene hizmet ettim. Vallahi bana bir kez olsun ‘öf!’ bile demedi. Herhangi bir şeyden dolayı, ‘Niçin böyle yaptın?’ demediği gibi, ‘Şöyle yapsaydın ya!’ da demedi.(Müslim,Fedail,51.)

Peygamberimiz (sav) ona da “ömrünün uzun mal ve evlâdının çoğalması için duâ etmiştir.” Bu duanın bereketi ile 107 yaşına kadar yaşamış, 100 evlât ve torununu bizzat kendi eliyle cenazesini defnetmiştir.

Genç yaştaki Ebu Mahzure, okunan ezanın sözlerini bir grup içinde tekrarlayarak alay ediyordu. Bunu işiten Hz. Peygamber onu yanına çağırıp “ne güzel bir sesin var” diyerek iltifat etmiş, bir miktar da harçlık vermiştir. Daha sonra göğsünü okşayıp mübarek olsun demiştir. Bu durumdan etkilenen Ebu Mahzure kendisine ezan okuma izni verilmesini talep etmiş Hz. Peygamber de vermiştir. (Nesai, Ezan, 5-6; İbn  Mace, Ezan 2; Ahmed b. Hanbel, III, 409.)

 İşte bir gencin müslüman olma sürecinde öğretmek ve eğitmek merkezli yaklaşımın kazanımları. Gençlerin onur ve izzetini muhafaza, müsamaha İnsan için değerli olan soyut duygulardan biri de izzet ve onurdur. Gençlerde bu hissiyat daha da güçlüdür. Hz. Peygamber bu durumu göz önünde bulundurarak gençlerin izzet ve onurlarını muhafaza etmeye özen göstermiştir.

Zarafet ve letafet, müsamaha  Hz. Peygamber’in insanlarla özelde gençlerle iletişiminde dikkat çeken  bir başka özelliğidir. Kur’an da buna şahitlik etmiştir.(Âl-i İmran, 3/159.)

Bir Yahudi’ye olan borcunu ödeyemeyen ve çaresiz kalan Cabir’e yardımcı olup bütün borçlarını ödemiş ve onurunun incinmesine mani olmuştur.

Hurma ağaçlarını taşlayan Ebu Rafi b. Amr el- Gıfari’ye bunu niye yaptığını sormuş, o da acıktığı için bunu yaptığını söyleyince; şefkatli bir nasihatle yere düşenlerden yemesini tavsiye etmiş ve “Allah’ım bunun karnını doyur.” (Ebu Davud, Cihad, 85.) diye dua etmiştir.

 Bugün gençlerimizle iletişimde her şeyden önce onların hukukuna saygı ve sevgi temelli bir yaklaşım geliştirmek toplum olarak hepimizin sorumluğudur.Gençlerin izzet ve şerefini her zaman muhafaza etmeliyiz.Gençlerin yanlışları karşısında fevri ve kaba davranışlardan uzak durmalıyız. Onları tefekkür ve tezekküre taşıyacak yakın bir iletişim ve şefkat göstermeliyiz.  Bu hepimizin iyiliği içindir.

Suyu akışına bırakmak suyu zayi etmektir. Gençliği kendi hâline bırakmak geleceği zayi etmektir.

Bir gün Rasûlullah, Ashâbıyla mescidde otururken oraya bir bedevî geldi ve kalkıp mescidin bir köşesine pislemeye başladı. Ashâb-ı Kirâm öfkeyle bağrışarak adamı engellemek istediler. Fakat Rasûlullah, derhal ashâbına müdahale ederek: "Bırakın adamı, görsün işini!" buyurdu ve oraya bir kova su getirilip dökülmesini emretti. Sonra bedevîyi çağırıp burasının mescit olduğunu, pisletmenin, kirletmenin doğru olmayacağını anlattı. Mescitlerde Allah'ın zikredildiğini, namaz kılındığını, Kur'ân okunduğunu güzel bir lisanla ve tatlılıkla ifade edip adamı ikna etti.

HADİS-İ ŞERİF: İmanınızdan, ibadetinizden zevk, tat almak isterseniz üç özelliğe sahip olmalısınız: SEVGİ,SEVGİ,SEVGİ…Şöyle ki:

عَنْ أَنَسٍ عَنِ النَّبِىِّ صلى اللهُ عليه وسلم قَالَ : ثَلاَثٌ مَنْ كُنَّ فِيهِ وَجَدَ حَلاَوَةَ الإِيمَانِ أَنْ يَكُونَ اللهُ وَرَسُولُهُ أَحَبَّ إِلَيْهِ مِمَّا سِوَاهُمَا ، وَأَنْ يُحِبَّ الْمَرْءَ لاَ يُحِبُّهُ إِلاَّ لِلَّهِ ، وَأَنْ يَكْرَهَ أَنْ يَعُودَ فِى الْكُفْرِ كَمَا يَكْرَهُ أَنْ يُقْذَفَ فِى النَّارِ .

Enes b. Mâlik ra.’den nakledildiğine göre Nebî sav. şöyle buyurmuştur:

“Üç haslet vardır; bunlar kimde bulunursa o kişi, imanın tadını tadar: Allah ve Rasûlü’nü, bu ikisinden başka her şeyden fazla sevmek. Sevdiğini Allah için sevmek, Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra küfre dönmeyi ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek.”  (Buhârî, İman 9, 14, İkrah 1, Edep 42)-imanı ve imani değerlerinizi sevmelisiniz, imansızlığı ateşe düşmek gibi korkunç görmelisiniz…-

1. Allah ve Resulünü, Allah ve Resulünden başka her şeyden fazla sevmek:

Her şeyden önce bilinmelidir ki, Allah ve Resulüne sevgi duymak Hazret-i Peygamber'e uymak ve O'nun sünnetine göre yaşamakla isbat edilebilir.

Sevilen ve benimsenen şey," aslında zor bile olsa seven ve benimseyene kolay gelir. Kolay gelen şey ise rahatlıkla işlenir, zevkle yerine getirilir. O halde "Allah ve Resulünü her şeyden fazla seven", "onlardan razı olan" mü'mine, bütün dini görevler kolay ve zevkli gelir; tembellik ve tereddüt göstermeden her emri yerine getirir.

Hazret-i Peygamberin şu hadis-i şerifleri bu noktada ne kadar dikkat çekicidir:

"Hiç biriniz, duyguları benim getirdiklerime tabi olmadıkça (imanın zevkine eren) kamil mü'min olamaz,"

2.Sevdiğini Allah İçin Sevmek:

Sevgi, fıtrî bir duygudur. Sevgisizlik mümkün değildir. Herkes bir şeyleri sevecektir. Bir anlamda insanın gerçek kölelik zinciri sevgisidir. Zira insana kalp ve midesinden nüfuz edilebilir. Kalbi kazanılmış ya da kalbini kaptırmış insan, sevdiğinin esiridir. "Allah için sevmek", bir anlamda sevgiye, sevgiden başka karşılık tanımamaktadır. Bu yüzden de imana derinlik ve zevk katmaktadır.

"Allah için sevmek", Allah'ın sevdiğini sevmek; sevdiğini, "Allah'ı sevdiği için sevmektir" imam Malik'e göre "Allah için sevmek İslam’ın gereklerindendir."

Sevgide ölçüyü kaçırmak, insan için, aklını yitirmek kadar kötü neticeler doğurabilir. Gönlünü ağyara kaptırmış bir kişi, düşman istilasına uğramış ülke gibidir. Hiç bir yerinde hiç bir köşesinde huzur yoktur. İman izzetine ve mahiyetine ters düşen bir sevgi, mü'mini kendi kendisini inkara götürür. Bu ise imanı ortadan kaldı Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Biriniz; kardeşinin ahlakını (Allah için) seviyorsa bunu kendisine söylesin.(Ebû Dâvud, Edeb 122)

Size vermekte olduğu nimetlerinden ötürü Allah'ı sevin, beni de Allah beni sevdiği için seviniz.-(Tirmizi)

Resulullah bir kere dua ederken şöyle buyurdu: "Ya Rabbi! Bana kendi sevgini, sevdiklerinin sevgisini ve beni senin sevgine yaklaştıracakların sevgisini ihsan eyle ve kendi sevgini bana; hararetten, susuzluktan yananların, soğuk suya kavuşmasını istemelerinden sevgili kıl.(İmam Gazali, Kimya-yı Saadet, s. 594 ((2) VI/253) ((5) VI/253)

Kalbinin yumuşamasını sever misin? Yetime merhamet et, onun başını okşa ve ona yediğinden yedir. Kalbin yumuşar.

"Hediyeleşin, birbirinizi sevin. Birbirinize yiyecek hediye edin. Bu, rızkınızda genişlik hasıl eder."

"Ziyaretleşin, hediyeleşin. Çünkü ziyaret sevgiyi perçinler, hediye de kalpteki kötü duyguları söker atar."

Mümin bazı konularda sevgi gösterdiği bazı konularda da kin tutabilir. Yani eğer Allah (c.c.) rızası için kin tutması veya buğzetmesi mümin için doğaldır. Zaten Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadisinde bunu şu şekilde belirtmiştir: “Allah katında en sevimli amel, Allah için sevmek, Allah için buğzetmek ve Allah için kin tutmaktır.”

Bu hadis, her müminin Allah (c.c.) için sevdiği dostlarının olması gerektiği gibi, Allah (c.c.) için buğz ettiği düşmanlarının bulunmasının da gerekli olduğunu anlatır. Zira sevgi ve kin, biri diğerinden ayrılmayan, birbirine gerekli iki vasıftır. İyi halleri dolayısıyla Allah (c.c.) için sevilen bir kişinin yanında, onun yaptıklarının tersini yapan bir başkasına da doğal olarak kin beslenecektir.

Bu demektir ki müslüman, herkesi ve her şeyi sevemez. Onun sevdikleri olabileceği gibi, sevmedikleri, buğzettikleri, kin besledikleri de olacaktır. Bu da bir önceki kadar doğal ve gereklidir. Zira sevgi ne kadar tatlı ve sıcak, buğz ve kin ne kadar sert ve soğuk görülürse görülsün, “Allah için” oldukları zaman, aralarında hiçbir fark kalmaz, aynı hükümde birleşirler. Her ikisi de ‘en üstün amel’ derecesine yükselirler. Çünkü duygu ve davranışlara anlam kazandıran, onların temelinde yatan niyetler ve yöneldikleri hedeflerdir.  

Bilinen bir gerçektir ki hemen herkes hayatta birçok şeye ve kişiye sevgi ya da nefret duyar. İnsan ömrü genellikle alkış tutmak, aferin çekmek, ‘Allah razı olsun’ demek veya kızmak, yuhlamak, ‘Allah belasını versin’ türünden sözlerle geçer. Bu tutum ve tepkiler bazen kısa bazen de uzun süreli olabilir, hatta yıllar boyu da sürebilirler. Ne kadar kısa veya uzun süreli olursa olsun bu tepkilerde asıl olan, onların kişisel hislerden mi yoksa inanç değerlerinden mi kaynaklandıklarıdır. Nefsî bir tasarruf iseler, birine ‘sevgi’ ötekine ‘kin’ ve ‘nefret’ denmesinin temelde hiçbir farkı yoktur. Her ikisi de değersizdir. Aynı şekilde ‘Allah için’ olmak gibi iyi bir niyete dayanıyorlarsa ve ulvi bir gayeye yönelik bulunuyorlarsa, bu takdirde de birinin ‘kin’ ve ‘nefret’ ötekinin ‘sevgi’ olması hiç fark etmez. Her ikisi de değerlidir, soylu bir duygu ve davranıştır. Bir başka ifade ile asıl muhataplarını bulmuşlarsa, yanlış hedeflere, hak etmemiş kişilere yönelmemişlerse yani yerli yerinde ve layık olanlara karşı ‘sevgi’ de ‘kin’ de kutsaldır.  

Kin duygusu ile ilgili kavramlardan birisi de hiç kuşkusuz intikamdır. Kindar insan bir taraftan intikam ateşiyle yanıp tutuşur. Kinini ve nefretini boşaltacak müsait bir ortamı bekler. Bulunca da yapacağını yapar. Ama bu şekilde kendisine kötülük yaptığının farkında değildir. Çünkü kin, nefret, intikam gibi duygular insanın sevaplarını, hayırlı amellerini tüketir. Böylece insanın kıyamet günü elinde iyilik ve güzellik adına hiçbir sermayesi kalmaz. Bunun için iyilikleri çokça yapmalı ki, yapmış olduğu kötülüklerine karşın elinde Rabbinin mağfiretine sığınabileceği bir şeyleri olsun.

Ayrıca Müslüman, gerek sevgisinde ve gerekse kininde orta halli olması gerektiğini, ölçüsüzlüğe düşmemesi lazım geldiğini yine Hz. Peygamber (s.a.v.)’den öğrenmiştir. Çünkü bir hadisinde dostun bir gün düşman olabileceğini, düşmanın da bir gün dost olabileceğini hatırlatmıştır.

Müslümanların kalbinde diğer müslümanlar için kin ve haset türünden kötü düşünceler olmamalıdır. Müminleri birbirine bağlayan şey imandır. Kalbinde taşıdığı imanı her şeyden daha önemli olduğu bir kimse kuşkusuz diğer müminle için iyilik ve güzellik ister. Böyle bir kimsenin kalbinde, başka bir müslüman için, buğza ve kötü niyete yer yoktur. Ancak imanı zayıflayan ve onun yerine kalbini daha önemsiz şeylerin işgal ettiği kimse, artık başka bir mümin kardeşi hakkında kin ve nefret besleyebilir.

Bu konuda en iyi örnek Hz. Enes (r.a.)’ten rivayet edilen bir hadisi şeriftir. Bir defasında Hz. Peygamber (s.a.v.) ardı ardına üç gün: ‘Şimdi buraya cennet ehlinden biri gelecek’ der ve her defasında da ensardan bir şahıs gelir. Bunu gören Abdullah b. Amr, bu şahsın Hz. Peygamber (s.a.v.) sürekli kendisini müjdelemesine sebep olacak hangi amelleri işlediğini merak eder. Bu yüzden cennetle müjdelenmeyi gerektirecek ne yaptığını görmek için o kimse ile birlikte üç gece kalır. Ancak onun farklı hiçbir hareketini göremez ve açıkça ona:

- Ey kardeşim! Hz. peygamber (s.a.v.)’in seni devamlı cennetle müjdelemesine sebep olan ne yapıyorsun? diye sorar. O karşılık olarak:

- Benim ne yaptığımı sen de gördün. Ancak, bir şey var ki, belki de sebep odur. Ben hiçbir müslümana kin beslemiyor ve Allah (c.c.)’ın nimet verdiği kimseye haset etmiyorum, der.

 Bunun anlamı bir müslümanın, diğer müslümanın amelinde veya sözünde hata görmesi halinde onu ikaz etmeyeceği anlamına gelmez. İman, kişiden, mümin kardeşinin yanlışına doğru demesini, ya da yanlışına yanlış dememesini gerektirmez.  Ancak bir şeye delille yanlış demek ve edeple onu açıklamak lazımdır.

İman, müminleri hem birbirine bağlar hem de onları yüce bir hedefe doğru götürür. Bu hedef de Allah rızasıdır. Bunun için müslüman, öteki müslüman kardeşlerine buğz edemez, kin tutamaz, sırt çeviremez. Araya bir takım sun’i üstünlük ölçüleri koyamaz. Zira İslâm’da üstünlük sadece ve sadece takva iledir. Gerek fert, gerek millet olarak tercihlerini daima din kardeşlerinde yana kullanmak durumundadır. Müslüman duyarlılığı bunu gerektirir. 

Çölde Enes b. Malik’le giderken dönüyor ve: “Ya Büneyye!-ey yavrucuğum, evladım” diyor.””Buyur Ya Rasullah!”Bir şey demiyor. Biraz gidince: ”Ya Büneyye!”…Üçüncü defa söylediğinde muhatap artık ezberleyecek konuma gelmişti. Ve şöyle buyurdu:

“Akşam yatağa yattığın zaman kimseye karşı kin besleme. Sabah kalktığında da kalbinde kimseye karşı kin olmasın.Bu benim sünnetimdir.Benim sünnetimi yaşayan yaşatan beni sevmiş olur.Beni seven cennette benimle beraber olur.”

Kin Tutmak Hastalığından Kurtuluş Yolu

Müslüman kimse, eğer ahiret günü zor durumda kalmak istemiyorsa kin tutmak, haset gibi kötü hastalıklardan kurtulmasını bilmelidir. Hiç şüphesiz ki bunlardan kurtulmanın yolu da maneviyatı güçlendirmek, Kur’an’ı iyi anlamak ve Peygamberimiz (s.a.v.)’in örnekliğini kendi hayatına uygulamaktır. Zira onun sevgisi de kini de “Allah için” idi. Zira müslümanın sevgisi de kin ve nefreti de aynı şekilde olmalıdır.

Doğru olan bir şeyi kabul etmemeye inat denir. İnat, karşımızdakini aşağı görmek, ondan nefret etmek, ona düşmanlık beslemek, haset etmek gibi sebeplerden meydana gelir. Hakkı, düşmanımız da söylese kabul etmeliyiz. Hakkı kabul edememek kibirdendir. Kibir ise büyük günahtır. Hadis-i Şerif’te buyruldu ki:

Hakkı küçük görmek kibirdendir.[İ.Gazali]

Mümin kibirli olmaz; fakat vakar sahibi olur. Vakarlı kimse, dünya işlerinde kolaylık gösterir. Din işlerinde sağlam olur. Hadis-i şerifte buyruldu ki:

Mümin vakarlı ve yumuşak olur. [Beyheki]

Hiç kimse ile münakaşa etmemeliyiz!

Allahü Teâlâ, mücadelede ısrar edeni sevmez.[Buhari]

Haklı iken, münakaşayı terk edene, Cennetin ortasında bir köşk verilir. [Taberani]

Mücadelede ısrar edenler hariç, hiç kimse, hidayete kavuştuktan sonra sapıtmaz.[Beyheki]

Münakaşa, dostların azalmasına, hasımların çoğalmasına sebep olur. Hasan-ı Basri hazretleri buyurdu ki:

Bin kişinin dostluğuna, bir kişinin düşmanlığını satın alma!

Münakaşa, kendisinin akıl, fazilet ve ilimde üstünlüğünü ispata çalışmaktır. Bu ise karşıdakini cehalet ve ahmaklıkla itham etmek demektir. Bu düpedüz düşmanlıktır. Kendini karşısındakinden üstün görmek ise kibirdir. Mahzurludur.

Münakaşa her yönden mahzurludur. Münakaşa güzel ahlakın zıddıdır. Halbuki müslüman güzel ahlaklı olmalıdır. Hadis-i şerifte buyruldu ki:

Mallarınızla herkesi memnun edemezsiniz. Güler yüz ve tatlı dil ile, güzel ahlakla memnun etmeye çalışınız! [Hakim]

Hakkı söyleyen kim olursa olsun kabul etmelidir!..Çocuğumuz da söylese, cahil biri de söylese, itiraz etmeden kabul etmelidir! Hadis-i şerifte buyruldu ki:

Hakkı söyleyen kimse, küçük-büyük ve hoşlanılmayan bir kimse de olsa kabul et, bâtılı da reddet! [Deylemi]

Bir hususta körü körüne inat etmek çok kötüdür. Hadis-i şerifte buyruldu ki:

Bilmediği bir hususta inat edene, inadından vazgeçene kadar Allahü teâlâ gadap eder.[İ.Ebiddünya]

3- İmandan sonra küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi, tehlikeli görmek ve istememek:

Hadiste "imandan dönmek" ile "ateşe atılmak" arasında bir bağ kurulmuş bulunmaktadır. Bu, imanın Cennet'te, küfrün Cehennem'de olduğu temel inancının bir yansımasıdır. Yani, açık bir şekilde imansızın yerinin Cehennem olduğu bildirilmektedir. Ateşte yanmayı, aklı başında olan kimse istemez. Onun ne denli bir acı ve elem kaynağı olduğunu bilir.İmansızlığı da böyle bilmek ve imana, ne pahasına olursa olsun, sahip çıkmaya çalışmak, onun zevkine ermek demektir.

İmanı ve imani değerlerinizi sevmelisiniz, imansızlığı ateşe düşmek gibi korkunç görmelisiniz…

Netice olarak imanın tadını çıkarabilmek için hissi değil, aklî bir sevgi ve tercihe sahip olmak gerekmektedir. Bu ise ancak Hazret-i Peygamber'in yorumu ve uygulamasının ışığı altında ilahi iradeye bağlanmakla mümkün olacaktır. Hazret-i Peygamber'in siret ve sünneti dışında "imanı yaşamak" ve hele "imanın tadını tatmak" imkanı bulunmamaktadır.

Sevgili Peygamberimizin konuya ait duaları:

"Allah’ım! İmanı bize sevdir. Kalblerimizi imanla süsle! Küfrü, fıskı ve isyanı bize çirkin göster. Bizi doğruyu bulanlardan kıl.”

Tespitlerimize göre Hz. Peygamberin hoşgörü göstermediği hususlar şunlardır:

1-Hz. Peygamber İslâm tebliğini engelleyenlere, İslâm devletine açıktan düşmanlık yapanlara mâni olmuş, İslâm dinine açıktan düşmanlıklarını şiirleriyle söyleyen ve müşrikleri müslümanlara karşı kışkırtanlara hoşgörülü olmamıştır. Yahudi şairi Ka'b b. el-Eşref olayı bunun en güzel örneğidir.

Dinin kutsal kabul ettiği değerlere, inansın ya da inanmasın herkes tarafından saygı duyulması gerekir. Kutsal değerleri aşağılamak, küçümsemek, istismar etmek, onlara hakaret ve tecavüz etmek, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez.Müslümanlar, Kuran’ın evrensel mesajları ve Hz. Peygamberin çağlar üstü örneklik ve rehberliğini esas alarak bunları

yapanlardan yüz çevirmeli, tepkilerini İslam’ın rahmet mesajları çerçevesinde ve makul düzeyde göstermelidir. Tahrikler meşru gösterilerek şiddet ve ölümle sonuçlanan tepki ve eylemler, hiçbir şekilde İslam açısından kabul edilemez.

2-Suçu sabit olan kimsenin affını isteyenleri reddetmiş, bu konuda hoşgörülü davranmamıştır. Hz. Peygamber: "Allah'a yemin olsun ki, hırsızlık yapan kızım Fâtıma da olsa onun elini keserdim." buyurarak bu konudaki hassasiyetini göstermiştir.

3-Kavmiyetçilik ve asabiyeti yasaklamış, bu hususta müsamahalı olmamıştır.Nitekim Veda Hutbesinde:

“İnsanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Âdem'in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O'na en çok saygı göstereninizdir. Arabın Arap olmayana -Allah saygısı ölçüsünden başka- bir üstünlüğü yoktur.”

Câbir’in naklettiğine göre muhâcirîn ve ensardan iki genç aralarında kavga etmişler ve Câhiliye döneminde olduğu gibi “Yetişin ey muhâcirler!”, “Yetişin ey ensar!” diyerek kendi taraflarını yardıma çağırmışlardı. Olayı haber alan Resûlullah, “Bu ne hal! Câhiliye davası mı?” sözleriyle taraflara çıkıştı. Olayın ayrıntılarını öğrendikten sonra, “Kişi zalim de olsa mazlum da olsa kardeşine yardım etsin” şeklindeki ünlü câhiliyye atasözünü tekrar edip zalime yardımın onun zulmüne karşı koymak demek olduğunu ifade ederek yukarıdaki meşhur söze yepyeni bir muhteva kazandırmıştır.

 İbn Teymiyye bu hadisi zikrettikten sonra kişinin, câhiliyye halkının yaptığı gibi -haklısına haksızına bakmaksızın- kendi topluluğu lehine asabiyet davası gütmesinin câiz olmadığını, buna karşılık düşmanlık hisleri beslemeksizin ve hak kaygısıyla kendi yakınlarına yardım etmesinin gerekli (vâcip) veya tavsiye edilebilir (müstahap) bir davranış olacağını belirtmektedir (İktizâǾü’s-sırâti’l-müstakım, s. 70).

4-Kul hakkı konusunda son derece titiz davranmış, kul hakkına tecavüzü yasaklamıştır.

5-Kötülüklere engel olma, açıktan haram işlenmesi vb. noktalarda müsamahalı olmamıştır.

Hoşgörülü olmanın şartları şunlardır:

1-Nefis muhasebesi yapmak: "Kendinizi beğenip temize çıkarmayın."

2- İnsanların kusurlarını örtmek: Hz. Peygamber bir hadislerinde şöyle buyurur:"Kim bu dünyada bir kulun ayıbını örterse Allah da onun ayıbını kıyamette örter."

3- Öfkeyi yenmek: "O takva sahipleridir ki, öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah güzel davranışta bulunanları affeder."

"Güçlü, kimse güreşte rakibini yenen değildir. Asıl güçlü öfke anında kendine sahip olandır."

4- Affedici olmak: "(Ey Nebi!) Af yolunu tut, iyiliği emret, cahillere aldırış etme."

5- Beddua edici olmamak: Hz. Peygamber şöyle buyuruyor: "Ben lanet edici olarak gönderilmedim. Rahmet olarak gönderildim."

6- Sû-i zan etmemek: "Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır."

7- Kibir ve gururdan sakınmak: "İnsanlara yanağını bükme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü Allah kendini beğenip övünen kimseyi sevmez."

 Hz. Peygamber bu konuda şöyle buyurur: "Müslüman kardeşini hor görmesi kişiye kötülük olarak yeter."

8- İnsanlarla alay etmemek: "Ey iman edenler! Sizden bir topluluk diğer bir toplulukla alay etmesin. Belki kendilerinden daha iyidirler."

Aişe ra. Zeynep ra.’dan bahsederken kısa boyuna işaret ederek: ”Şu mu?”dedi. PE. Sav.:”Ya Aişe!Öyle bir işarette bulundun ki; büyük denizleri bile bulandırır.-Aişe ra. o günden sonra el, göz, kaş işareti yapmamaya özen gösterdi.-

9- Sabırlı olmak: Kur'ân-ı Kerim'de yetmişten fazla âyette sabırdan bahsedilir. "Sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir."

 Hz. Peygamber de: "Hiç kimseye sabırdan daha geniş ve daha hayırlı bir bağışta bulunulmamıştır." buyurmuştur.

O ZAMAN BİRLİKTE YAŞAMANIN ÇARESİ NEDİR?

 İslam'ın satırlardan sudura (gönüle), kitaplardan hayata, teoriden pratiğe yansıması için yeni bir dile ve söyleme ihtiyaç vardır. Aksi takdirde öğretilen İslam'la yaşanılan hayat çelişkisi ortadan kalkmadığı müddetçe ikiyüzlülüğe kapı aralayan bir din eğitimi yaptığımızı, yaptırdığımızı bilmeliyiz. Gelecek nesillerin bizlerin bu ikiyüzlü hali karşısında ciddi savrulmalar yaşayacağı ve bu savrulmaların, onları İslam'ı sorgulamaya götüreceği tehlikesi göz ardı edilmemelidir. İslam; her türlü grupçuluğun, tarafgirliğin, menfaat elde etmenin, kişisel nüfuz aracı yapılmanın üstünde görülmedir. Aksi takdirde bütün bunların aracı haline dönüşen meta olursa, bu da her türlü bilgiye ulaşma becerisinde olan ufku açık, aklıyla muhakeme etme yetisine sahip insanları hayal kırıklığına uğratacak derin yaraların oluşmasına neden olma ihtimali göz ardı edilmemelidir.

 Mehmet Akif: ‘’Ben İslam'ı ve Müslümanlığı eğer bugün hocalara bakarak değerlendirecek olsaydım, şu an revaçta olan, gençlerin dine mesafeli duruşuna kapılırdım. Ancak ben İslam'ı Kuran'dan ve sahih kaynaklardan öğrenerek kendimi koruyabildim’’ demişti.

SON SÖZ: Abdullah b. Ömer ra. bir ağacın etrafında dönüyor. ”Niye döndün?” diye soranlara: ”Rasulullah orada döndü.Ben de böyle yaparak ona olan sevgimi, teslimiyetimi ifade etmek istedim…”Biz de Pe. Sav. adına yapılan bu programa iştirak ettik, bulunduk. Şefeatine nail…

TUĞBA UYSAL KKÖ-2015 KUTLU DOĞUM-ERCİŞ

 

 

 

 

  
5856 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi104
Bugün Toplam195
Toplam Ziyaret1646886
Hava Durumu
Saat
Vaaza Başlama Duası

Mevlid Kandili Dua Örneği

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI

VAAZ KILAVUZU

VAAZ VE VAİZLİK SEMPOZYUMU I
VAAZ VE VAİZLİK SEMPOZYUMU 2