• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/sunumvaaz.vaaz
  • https://www.instagram.com/sunum.vaaz/
  • https://www.youtube.com/channel/UCrOVK1v-SpWyJl9iE8YTMdA
Üyelik Girişi
Site Haritası
Takvim
Mübarek Geceler

Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar34.066234.2027
Euro37.991438.1437
ÖRNEK BİR VAAZ PLANI VE VAAZ DUASI
VAAZ HAZIRLAMA VE SUNMA TEKNİKLERİ
İLAHÎ İMTİHAN, MUSÎBETLER ve SABIR

İLAHÎ İMTİHAN, MUSÎBETLER ve SABIR

Mehmet GÜMÜŞ

Zaman zaman insanlar; deprem, sel felaketi gibi tabii afetlere; ölüm, hastalık, yaralanma, zulüm, şiddet  gibi kişisel afetlere; terör, fitne, fesat gibi sosyal âfetlere maruz kalıyorlar. Bu afetler, canlara ve mallara az veya çok zarar vermekte, insanlar bundan etkilenmekte, acı çekmektedirler. Bütün bu musîbetler niçin meydana gelmektedir? Tabiî âfetlerin meydana gelmesinde insanların davranışlarının etkisi var mıdır? Yoksa bunlar sadece birer imtihan ve takdiri ilâhi midir? İnsanlar âfet ve musîbetler karşısında ne yapmalıdırlar? İşte  yazımızda bu konuyu anlatmaya çalışacağız.

        Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Mutlaka sizi biraz korku ve açlıkla ve mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz eksilterek imtihan ederiz. (Ey Peygamberim!) Sabredenleri müjdele. Onlar başlarına bir musîbet gelince, ‘Biz Allah’ın kullarıyız ve biz O’na döneceğiz’ derler. İşte Rableri tarafından bol mağfiret ve rahmete nail olacak kimseler bunlardır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da bunlardır" anlamındaki, Bakara sûresinin 155-157. âyetlerini tahlil etmeye çalışacağız.

Yüce Yaratıcımız Allah (c.c.), âyette insanları mutlaka deneyeceğini bildirmektedir. Allah’ın sözü haktır, doğrudur. İnsanlar dünyada farklı şekillerde denenmektedirler. Allah, imtihan karşısında insanların sabırlı olmalarını istemekte ve sabırlı olanlara af ve rahmetini müjdelemekte ve böyle davrananların hidayete ermiş/doğru yolu bulmuş kimseler olduğunu bildirmektedir."Elbette/mutlaka sizi imtihan ederiz"ifadesinde kesin beyan vardır. Şüpheleri gidermek, her insanın ayette sayılan  hususlardan biri veya bir kaçı ile deneneceğini kesin olarak bildirmek için âyette tekit edatları kullanılmıştır. Ayetlerde dört husus dile getirilmektedir:

 
         1. İNSANLAR DÜNYADA İMTİHANA TABİ TUTULURLAR:

Ayette insanların 5 konuda imtihana tabi tutulacağını bildirilmektedir.

 
         a) Korku İle İmtihan: "Korku"; üzülme  ve  sevinme gibi insanda doğuştan var olan bir duygudur. "Korku duygusu"; insanın aldığı eğitim, öğretim, yetiştiği toplum, gelenek ve görenekler ve sahip olduğu inançlara göre farklılık arz eder.

"Korku", terbiye ve telkinlerle değişebildiği gibi azalıp çoğalabilir de. "Korku", insanda iradeye bağlı ve irade dışı olabilir. İnsanlarda yalnızlık, yükseklik, işsiz kalma, yakınlarını ve dostlarını kaybetme, yoksulluk ve benzeri korkular vardır. Âyette geçen ve havf kelimesi ile ifade edilen  korku Allah korkusudur. (Yazır, I, 548)

 
         "Korku", Allah’ın kullarını bir imtihanı olduğu gibi, aynı zamanda psikolojik bir cezalandırma yöntemidir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Allah (ibret için size) bir şehri  örnek verdi. Bu şehir güvenli (ve)  huzurlu idi. Rızkı o şehre her yerden bol bol gelirdi. Sonra onlar, Allah’ın nimetlerine karşı nankörlük ettiler. Allah da onlara, yaptıklarından ötürü açlık ve korku (havf) sıkıntısı tattırdı." (Nahl, 112)

 
           Ayette sözü edilen şehir Mekke’dir. Mekke, Harem-i Şerîf hürmetine âfetlerden  emîn,  halkı  rahat,  huzurlu ve müreffeh idi. Nimetlere nankörlük edip, Allah’ın son elçisi Hz. Muhammed (s.a.s.)’i yalanladılar, O’na ve Müslümanlara zulmettiler. Allah da onlara açlık ve korku  verdi. Ayette geçen açlık, Mekkelilerin yedi yıl kıtlıkla müptela olmaları; korku ise Allah’ın onlara Müslümanları musallat  kılmasıdır,  şeklinde yorumlanmıştır. (Mehmet Vehbi, Hülâsatu’l-Beyân, VII, 2908, Üçdal Neşriyat, 4. Baskı)
 
          b) Açlıkla İmtihan: Açlık, nimet azlığının, kıtlığın ve yokluğun ifadesidir. Bütün canlılara rızıklarını veren Allah’tır. Yeryüzünde ve gökyüzünde  bulunan her şeyi Allah, insanlar için var etmiştir. İnsanlar, Allah’ın bu sayısız nimetlerinin bir kısmından emek sarf etmeden yararlanırlar, bir kısmını elde etmek için çalışmak zorundadırlar. Sözgelimi temiz hava, su ve güneş enerjisi gibi nimetlerden insan emek sarf etmeden yararlanırken; meyve, sebze, ekmek ve benzeri ürünlerden yararlanabilmesi için emek sarf etmesi gerekmektedir. İnsanın emek sarf ederek elde ettiği nimetlerin asıllarını ve yetişmelerini sağlayan da yine Allah’tır. Buğdayı eken insandır ama, toprağa buğdayı yetiştirme kabiliyeti veren, yer altı ve yer üstü suları, güneş enerjisi ve sıcaklığı yaratan Allah’tır. Bunlar olmadan sadece insanların çalışması işe yaramaz. Kıtlığın olmasında,  ürünlerin az yetişmesinde insanın çalışmamasının etkisi varsa da, Allah yağmur yağdırmadığı, ürünlere şiddetli soğuk ve dolu zarar verdiği zaman insanın yapacağı bir şey yoktur. Bazı yıllar ürün az, bazı yıllar çok olur. Bunda Allah’ın kullarını imtihanı vardır. Zenginlik ve fakirlik de aynı şekilde insanın çalışıp çalışmamasının yanında, Allah’ın nimet ve servet verip vermemesi ile de ilgisi vardır. Bütün tedbirlere rağmen fakirlik, yoksulluk, kıtlık, pahalılık ve benzeri olumsuzlukların yaşanmasının, ilâhî imtihan olduğu da bir vâkıâdır.
 
          c) Mal ve Ürünlerden Noksanlaştırma İle İmtihan: İnsanların emek ve gayretleri mal ve mülkün elde edilmesinde önemli olmakla birlikte,  gerçekte  mülkü insana veren Allah’tır. İnsanın sahip olduğu nimetlerin, mal ve mülkün, ihmal, israf ve benzeri sebeplerle noksanlaşması ve yok olması söz konusu olduğu gibi, bunun ilâhî imtihan sebebi ile de gerçekleşmesi söz konusudur. Mesela hayvanlara yıldırım çarpması, ürünlere dolu ve kasırganın zarar vermesi, yağmurların yağmaması, kuraklık, şiddetli yağmur sonucu sel felaketinin taşınır ve taşınmaz mallara zarar vermesi, deprem gibi âfetlerle insanın, mal ve mülkü zarar görüp noksanlaşabilir. Âyet bu gerçeğe işaret etmektedir. “İnsanın malı ve evladı onun için bir imtihandır.” (Enfâl, 28)

Yüce Allah, hakiki sebebi unutarak, nimet karşısında sevinen ve şımaran, imtihan karşısında üzülen ve yakınan insanları kınamaktadır:

"İnsan, Rabbi onu deneyip de kendisinde ikramda bulunduğunda, ona bol bol nimetler verdiğinde, ‘Rabbim bana ikram etti’ der. Ama onu deneyip rızkını daraltınca, ‘Rabbim beni aşağıladı’ der"  (Fecr, 15-16)

 
         d) Yakınların Ölümü İle İmtihan: Her canlı mutlaka ölümü tadacaktır. Bu, ilâhî bir yasadır. İnsanlar, Allah’ın takdir ettiği yaşama süresi dolunca ölmektedirler. Bazen ölümler, çocuk ve genç yaşlarda da olabilmektedir. İnsan, sevdiklerini, eşini, kardeşlerini, çocuklarını bir hastalık veya âfet ve kaza sonucu kaybedebilmektedir. Bütün bunlar, insanlar için birer imtihandır. (Mülk,2) Aslında hayatın kendisi bir imtihan sürecidir. Allah, kulunu, onun imanını ve sabrını ölçmek için hayır ve şer, iyilik ve kötülük, nimetler, musibetler, ahde vefa ve benzeri birçok şeyle imtihan edebilir. İnsanların  bütün  bu sayılan  hususlara  karşı  sabırlı  olması, feryâd-ü fîgan etmemesi erdemli bir davranıştır. Âyet, imtihan karşısında insanın tavrının bu olması gerektiğini ifade etmektedir.
 
 
          2) MUSÎBETLERE KARŞI SABIRLI OLMAK GEREKİR:

Allah, biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz noksanlaştırmak suretiyle imtihan edeceğini bildirdikten sonra, "sabredenleri müjdele"  buyurmakta ve onların kendilerine bir musîbet dokunduğunda, "biz Allah’ın kullarıyız ve biz O’na döneceğiz" dediklerini haber vermektedir. Böylece Allah, hem insanların musîbet ile karşılaşabileceklerini, hem de musîbetler karşısında nasıl tavır takınmaları gerektiğini bildirmektedir. İlâhî imtihanın dışında, musîbetlerin meydana gelmesinde üç etken daha vardır: İlâhî irade, ilâhî takdir ve insanların davranışları.

 
 
          a) İlâhî İrade:

“Kâinatı ve içindeki canlı ve cansız bütün varlıkları yaratan, yaşatan,  düzene  koyan, öldüren ve dirilten, insanları güldüren ve ağlatan Allah’tır.” (Necm,43-44)

“Allah, dilediğini yapar, dilediğini aziz, dilediğini zelil eder, Mülk Onundur, mülkü dilediğine verir, dilediğinden alır.” (Âl-i İmran, 185)

Doğumlar, ölümler, tabiat olayları, âfetler ve musîbetler kısaca iyi veya kötü, hayır veya şer her şey, O’nun izni ve iradesi ile meydana gelir. Dolayısıyla insanların canlarına ve mallarına zarar veren musibet ve âfetler de, ancak Allah’ın izni ve takdiri ile olmaktadır. Kur’an’da bu konu ile ilgili pek çok âyet vardır. Mesela Teğâbün sûresinin 11. âyetinde,

"Size isabet eden her türlü musîbet ancak Allah’ın izni ile olur"buyurulmaktadır.

 
 
          "Müslümanı üzen her şey musîbettir." (Kurtubî, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân, II, 175, Kahire, 1937) Her türlü musîbet de ancak Allah’ın izni ile meydana gelmektedir. Allah izin  vermese, hiçbir  musîbet  meydana  gelmez. Kâinatta başıboşluk ve düzensizlik yoktur.

“Hiçbir  şey, O’nun izni olmadan meydana gelemez.” (Nisa, 64; Enfal, 66; İbrahim,25; Fatır, 32) “Bitkiler bitemez.” (A’raf, 58)“Ağaçlar meyve veremez.” (İbrahim, 25) “Kâinatın düzeni devam edemez.” (Hac, 65) “Kimse kimseye zarar veremez.”(Mücadele, 10)

Allah’ın  izni  olmadıkça,  insanlar  canlarını  bile  teslim edemezler. Yüce Allah bu gerçeği şöyle bildirmektedir:

"Allah’ın izni olmadan hiç kimse ölmez. (Ölüm) belirli bir süreye göre yazılmıştır." (Âl-i İmrân, 145)



          "Allah, eceli geldiği zaman hiç kimseyi (ölümünü) asla   ertelemez." (Münafikûn, 11) âyetleri bu gerçeği dile getirmektedir. İnsanın sağlığını, canını ve malını koruması, tehlikelerden sakınması, tedbirli olması, yaptığını iyi ve sağlam yapması  Allah’ın  bir  emridir. Bütün  tedbirlere  rağmen  insan musîbete maruz kalabilir. Böyle  bir durumda bunun bir imtihan olduğunu bilmeli ve mümin ona göre hareket etmelidir.
 
          b) İlâhî Takdir: Diğer taraftan insanın başına gelen musîbetler, ilâhî takdirin birer sonucudur. Bu hususu Kur’an’ın bir çok âyetinde görmekteyiz. Şu âyetler bu konuya yeterince ışık tutmaktadır:

 

"(Ey Peygamberim! İnsanlara) De ki: Bize ancak Allah’ın yazdığı (takdir ettiği) şey  isabet eder." (Tevbe, 51)

"Hiç bir ülke yoktur ki biz, kıyamet gününden önce onu yok edecek, yahut ona şiddetli bir şekilde azap edecek olmayalım. Bu kitapta yazılmıştır." (İsra, 58)

 
          "Ne yer yüzünde ne de kendi canlarınızda meydana gelen hiçbir musîbet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce bir kitapta yazılmış olmasın. Doğrusu bu, Allah’a kolaydır." (Hadid, 22)

Bu ayetlerde; gerek yer yüzüne gerekse canlara isabet eden musîbetlerin önceden bir Kitap’ta, ilmi ilâhînin nakşedildiği Levh-i Mahfuz’da yazılı olduğu bildirilmektedir. Allah’ın ilmi, geçmişi de geleceği de kuşatmıştır. Doğumundan ölümüne kadar, ömür boyu insanların ne yapacaklarını da, kâinatta neler meydana geleceğini de bilir. Bu bilgisine göre, her şeyi önceden bir Kitap’ta yazmıştır. Her şeyin önceden bir Kitap’ta yazılmasının gerekçesini ise yüce Allah şöyle bildirmektedir:

        "Elinizden çıkana, kaybettiğiniz şeylere üzülmeyesiniz ve Allah’ın  verdiği şeyler ile sevinip şımarmayasınız." (Hadîd, 23)

Bu ayette Allah, açıkça musîbetler karşısında insanların üzülmemelerini, feryâd-ü fîgan etmemelerini istemektedir. Çünkü, bütün olup bitenler Allah’ın izni ve takdiri ile olmuştur. İnsanın, "niçin bunlar oldu, niçin bunlar başıma geldi?" diye isyan etmesinin, sonucu değiştirmesi söz konusu değildir."Musîbetler, Allah’ın takdiri ile olmuştur" deyip, sabırlı ve metanetli olmak gerekir. Sabırlı olmak; musîbet karşısında tedbir almamak, musîbetlerden sonra gerekenleri yapmamak ve haklarını aramamak anlamına gelmez. Biliyoruz ki, Allah "çok merhametlidir" (Fatiha, 2) ve "insanlara zerre kadar zulmetmez." (Nisa, 40)

 
 
          Mala ve cana zarar veren musîbetlerin meydana gelmesinde ilâhî irade, takdir ve imtihanda insanların davranışlarının etkisi de var mıdır? Kur’ân ve hadislere baktığımızda, cevabın ‘evet’ olduğunu görüyoruz.
 
          c)İnsanların Kusurları: Musîbetlerin meydana gelmesinde insanların kusurlarının da bulunduğunu yüce Allah, bir çok âyette bildirmektedir. Mesela:

"Başınıza  gelen her hangi bir musîbet, kendi ellerinizin yaptığı   (işler, kusurlar) yüzündendir. Allah yaptıklarınızın çoğunu affediyor (da bu yüzden size musîbet vermiyor)."(Şura, 30) ayeti, bu gerçeği açıkça ifade etmektedir. Peygamberimiz (s.a.s.);

"Bir kula isabet eden az veya çok felâketler ancak günahları sebebiyledir. Allah ise günahların çoğunu bağışlıyor"buyurmuş ve yukarıdaki âyeti okumuştur. (Tirmizî, Tefsir, 44, 378, No: 3252)

          

         "Kim kötü bir amel işlerse, onunla cezalandırılır." (Nisa, 123) âyeti de, bu gerçeğe işaret etmektedir. Bu âyet ve hadisler, insanların başına gelen  musîbetlerde insanların işledikleri hata, kusur ve kötü amellerin etkili olduğunu göstermektedir. Allah, zulümleri sebebiyle bir çok toplumu çeşitli âfetlerle cezalandırmış ve helak etmiştir. Kur’an’da; Nuh, Hud, Salih, Lût, İbrahim, Şuayb ve Musa (a.s.)’ın peygamber gönderildiği insanların maruz kaldıkları felaketler anlatıldıktan sonra;

"Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı"  buyurulmaktadır. (Tevbe, 70;  Hud, 101; Nahl, 33, 118; Ankebut, 40)

 
          Allah’ı, âyetlerini ve peygamberlerini inkâr etmek, Allah’a ortak koşmak, münafıklık yapmak, Allah ve Peygamberin emir ve yasaklarına isyan etmek, insan haklarını ihlâl etmek gibi, ilâhi iradeye uymayan her türlü davranış zulümdür. Musîbetler,  insanların  imtihan  için  veya  maddî  veya manevî kusurları sebebiyle gelebileceği gibi, müminin manevî derecesini artırmak için de gelebilir. Yüce Allah Kur’an’da;"İnsanların yaptığı amellere göre (Allah katında) dereceleri vardır" buyurmaktadır. (En’am, 132) Mü’minler, bu derecelerine yaptıkları ibadetleriyle ulaşamazlarsa, Allah onlara bir musîbet verir, sabır ihsan eder, böylece hesapsız derecede sevap verir. Musîbet sebebiyle günahları bağışlanır. Bu şekilde, Allah katındaki manevî derecesine ulaşır. Bu konuda Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

"Kul, Allah’ın kendisi için takdir ettiği dereceye ameli ile ulaşamazsa, Allah onun canına, malına veya çocuğuna bir musîbet  verir.  Sonra  da  ona  sabretme  gücü  ihsan  eder. Böylece onu, kendisi için takdir ettiği mertebeye ulaştırır."(Ahmed, V, 272; Ebû Dâvud, Cenâiz, 1, III, 470)

 
           Peygamberler de  musîbetlere  maruz  kalmışlardır. Mesela Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.), Taif’te taşlanmış, ayakları kan revan içerisinde kalmış, Uhud savaşında dişi kırılmış, yüzü yaralanmıştır. Halbuki peygamberler günahsız  insanlardır. Dolayısıyla her musîbetin arkasında günah ve kusur aramak doğru değildir. Öyle ise peygamberler niçin musîbetlere maruz kalıyorlar? Maruz kalıyorlar, çünkü onlar, insanlar için örnek ve önder olarak  gönderilmiştir. Musîbetlere tahammül göstererek, insanlara örnek olmuşlardır.  Mü’minlerin başlarına gelen musîbetler, sabredilebilirse hayır olur. Çünkü musîbetler, müminlerin sevap kazanmalarına, günahlarının bağışlanmasına  ve  manevî derecelerinin artmasına sebep olur. Bu ise ancak sabırla mümkündür.
 
         MUSÎBETLERE SABREDENLERE ALLAH’IN AF

VE MAĞFİRETİ VARDIR:

"Musîbet"; ansızın  gelen  belâ, sıkıntı,  hoş  olmayan şeyler, hedefine isabet eden mermi gibi insana şiddetle dokunan hadise ve felâketlerdir. (Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur’ân Dili, VII, 4754, Eser Kitabevi, İst. 1971)

         

           Yüce Allah musîbete maruz kaldığında, "biz Allah’ın kullarıyız ve  O’na  döneceğiz" diyerek musîbeti sabırla karşılayan, Allah’tan gelene razı olan kimseye af ve mağfiret va’d etmektedir. Müslüman, musîbetler  karşısında  sabredebilir,  söz, fiil ve davranışlarıyla isyana dalmazsa, bu musîbetleri sebebi ile günahları bağışlanır. Peygamberimiz (s.a.s.):

"Müslümana, fenalık, hastalık, keder, hüzün, eza, can sıkıntısı ârız olmaz, hatta vücuduna bir diken batırılmaz ki, Allah bu musîbetler sebebiyle onun hatalarını ve günahlarını bağışlamış olmasın." (Buharî, Merda’, 1; Müslim, Birr, 14) sözü ile bu gerçeği dile getirmiştir.

         

         Musîbetlere sabreden Müslümanın günahları bağışlandığı gibi, ayrıca sabrı sebebiyle kendisine hesapsız derecede sevap  verilir ve  Allah  katındaki  manevî derecesi yükseltilir. Peygamber (s.a.s.), şu sözü ile bunu bize müjdelemiştir:

"Bir  Müslüman’a  bir  diken  hatta  daha  küçük  bir  şey batsa, Allah onu bu yüzden bir derece (manen) yükseltir ve onun günahını affeder." (Müslim, Birr, 46)

 
         Müslüman, deprem, yangın, sel felaketi, âfet ve benzeri bir musîbete  maruz  kalarak ölürse hükmen şehit olur. Peygamberimiz (s.a.s.);
 
         “Allah yolunda öldürülen şehittir. Mide ağrısı sebebiyle ölen şehittir. Suda boğularak ölen şehittir. Akciğer hastalığı sebebiyle ölen şehittir. Yıkık altında kalarak ölen şehittir. Hamile olarak ölen kadın şehittir. Yanarak  ölen  şehittir"  buyurmuştur. (Buharî,  Cihad, 30, III, 212; Ebû Dâvud, Cenâiz, 16, III, 483; Nesaî, Cenâiz,14, IV, 14; Malik, Cenâiz, 36, s. 233-234; Müslim, İmâre, 164-166, II, 1521-1522; Ahmed, I, 22; Müslim, İmâre, 164. II, 1521; Tirmizî, Cenâiz, II, 377) Kul hakları hariç şehitlik, kişinin günahlarına keffâret olur. (Tirmizî, Fedâilü’l-Cihad, 13, IV, 17176)

Bu itibarla mümin, musîbetler karşısında bağırıp çağırmaz, isyana dalmaz, musîbetlerden ibret alır, maddî ve  manevî hatalarını düzeltir, günahlarına pişman olur ve Allah’a yönelir. Kaybettiklerine üzülmemeye çalışır, rûhen ve moralman çökmez, daha iyisini Allah’tan ister ve bu uğurda çalışır. Mü’minlerin maruz kaldıkları musîbetler ise bir hayırdır. Çünkü  musîbetleri  sebebiyle günahları bağışlanır, hesapsız derecede  sevap  verilir  (Zümer,  10)  ve  manevî derecesi artar.

 
           MUSİBETLERİ SABIRLA KARŞILAYABİLENLER HİDAYETE ERMİŞ KİMSELERDİR:

Musîbetleri sabırla karşılayıp, Allah’ın takdirine rıza gösterebilen   kimseleri  yüce Allah, “hidayete erenler”hakikat yolunu bulanlar olarak nitelemektedir. Kur’an’da sabredenlerin dışında;

“Îmân  edip  îmânına  şirk  karıştırmayan.” (En’âm, 82)

“Allah’a ve âhiret gününe îmân edip namazlarını kılan, Zekatlarını veren, Sadece Allah’tan  korkan,” (Tevbe, 18) kimseleri, mühtedîler olarak nitelemiştir.

Kur’ân’da ihtidâ ve muhtedî kelimelerinin geçtiği âyetler, îman eden kimselerin hidayete ermiş olduğunu ifade etmektedir. İhtidâ, mümin insanın niteliğidir.

 
          "Allah kimi doğru yola iletirse, işte muhtedî olan/doğru yolu bulan odur…"  (A’râf, 178)

"…Allah, kendisine yönelene hidâyet eder." (Ra’d, 27)

Fâsıklara, zalimlere, kâfirlere (Bakara, 26), yalancı nankörlere(Zümer, 3)  ve müşriklere (Mü’min, 28) hidâyet etmez.

 
          Sonuç olarak, her türlü musîbet, ancak Allah’ın izni ve takdiri ile meydana gelmektedir. Ancak musîbetlerin meydana gelmesinde ya insanların maddî veya manevî kusurları vardır ya da Allah, kullarını imtihan etmektedir. Şirk, küfür, isyan ve zulümleri sebebiyle Allah, geçmişte pek çok insanı cezalandırmış, âfet, felaket ve musîbetlere maruz bırakmış ve helâk etmiştir.

30 Temmuz 2012, 13:04
ALINTI: http://www.anamursedir.com/yazar.asp?yaziID=639
  
13585 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi102
Bugün Toplam192
Toplam Ziyaret1646883
Hava Durumu
Saat
Vaaza Başlama Duası

Mevlid Kandili Dua Örneği

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI

VAAZ KILAVUZU

VAAZ VE VAİZLİK SEMPOZYUMU I
VAAZ VE VAİZLİK SEMPOZYUMU 2