• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/sunumvaaz.vaaz
  • https://www.instagram.com/sunum.vaaz/
  • https://www.youtube.com/channel/UCrOVK1v-SpWyJl9iE8YTMdA
Üyelik Girişi
Site Haritası
Takvim
Mübarek Geceler

Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar34.066234.2027
Euro37.991438.1437
ÖRNEK BİR VAAZ PLANI VE VAAZ DUASI
VAAZ HAZIRLAMA VE SUNMA TEKNİKLERİ
İSTİKLAL IŞIĞIMIZ MEHMET AKİF ERSOY

İstiklal Işığımız Mehmet Akif

Av. M. Selami Çekmegil

      Mehmet Akif'i 27 Aralık'ta ölüm yıldönümünü vesile ederek anmak adet olmuştur. Ölüm yıldönümleri –aslında- bizim mutadımız  değildir. Bizde, doğum yıldönümlerine sevinç esastır. Bizim adetimiz  ölüme matem çekmek değil, yeniden doğumlara ümit taşımak ve doğum neşesiyle yeni bir hayatın müjdesini almaktır…Akif bizim doğumumuzdur…

      Mehmet Akif'i herkes nedense sadece bir şair olarak görür; İstiklal Marşı şairi olarak ve Çanakkale Destanı ile bilinir. Oysaki Mehmet Akif çok derinliğine bir fikir adamıdır. Saf fikir açısından Tarihimizin gördüğü, kimsenin erişemeyeceği bir zirvedir Mehmet Akif. O itibarla Mehmet Akif'e dikkat, hayati bazı noktalarda bize ışık tutacaktır... Akif bizim ışığımızdır…

      Mehmet Akif öyle bir dönemde dünyaya gelmiş ki Çanakkale şiirinin tasvir ettiği gibi tam bir siyasi hercümerç, dağdağalı bir ortam… Aynı hercümerç fikir alanında da var. Aydınları,  halka  vesayet ve toplumu kendi tercih ettiği bir noktaya sürükleme istemindedir…

Mesela o tarihlerde ve o ortamda Tevfik Fikret enteresan bir iddia ortaya getiriyor. Diyor ki: 'Vatanım ru’yi zemin milletim nev’i beşer'… Hümanist bir yaklaşımı empoze etmiş oluyor. Namık Kemal, yanıp yakıldığı  “vatan duygusuna”, Mehmet Akif ise bütünlüğünü muhafaza etmek istediği  “Millet” bilincine vurgu yapmaya yönelmiş  bulunuyor. Felaketi gören sadece  Mehmet Akif, Milletinin farklı söylemini muhafaza ediyor; o söylemi öne getiriyor... Milletinin insanlık camiasındaki, istiklale haklı kılan mümtaz ve şerefli bir konumunu anlatmaya çalışıyor...

      İşte  böylesine hercümerç bir ortamda Mehmet Akif'i biz, Milletini doruk noktada seven, Milleti için hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan ve  kaçınmamayı telkin eden mısraların sahibi olarak görüyoruz. O, Bir realiteyi resimlendiriyor. Ve Milletini bu espri ile tarif ediyor... Milletinin tarifini, o Millete vücut veren  mefkure (ülkü-hedef) birliği olarak hatırlatıyor; o birliğin yok edilmemesi, muhafaza edilmesi gerektiğini haykırıyor…

      Kanımca  Safahat her evde -bu milletin fikri trendini takip etmek için- bulundurulması ve okunması gereken bir baş  kitaptır…

      Mehmet Akif’in yaşadığı bu karmaşalı  dönemi  o dönem şairlerinden Seyit Ali Sanih Çekmegeli  şöyle tarif ediyor; diyor ki:

"Yollar karışık hangi tarike gideyim ben,

“Hangi sese bu samia’mı  atfedeyim ben,

“Hayretzedeyim, Sanih’a bilmem nedeyim ben,

“La havle ve la kuvvete illa billah."

      Gerçekten, enteresan bir ortam, enteresan bir muhit... İşte Mehmet Akif bütün bunların içerisinde İstiklal mücadelesinin fikri boyutunu üstlenmiş ve kendi perspektifinden Kastamonu'dan Çanakkale'ye, Çanakkale'den bir başka yöreye taşıyarak bu davayı işlemek, Milletimizin birlik ve bütünlüğünü korumak istemiştir.

      Öncelikle Mehmet Akif o ortamın onurlu bir tipidir, bir onur abidesidir... Biyografisine bakarsanız Babası Temiz Tahir Efendi, Arnavutluk'un İpek kasabasından.. ve enteresandır ünvanı çok güzel: temiz... Tahir efendi Müderristir; İstanbul Fatih dersiamlarındandır ve Temiz Tahir Efendi' diye anılır muhitinde… O kadar temiz bir insanmış; iki kat.. Demek ki Mehmet Akif'’teki ruh temizliğinin yüksekliği biraz da ondan. Annesi Buhara’lı. Çok samimi ve çok temiz, din duyguları çok güçlü olan bir  hanımefendi imiş. Belli ki, bunlardan çok şey tevarüs etmiş Mehmet Akif'…

Döneminin saf fikir platformunda asalet  taşıyan bir onur abidesidir, şahsiyeti itibariyle de. Hiçbir zaman fikrini para karşılığı değiştirmeyi, satmayı düşünmemiş… Hiç eğilmeyen  doğru bir insanmış Mehmet Akif;  her doğru gördüğünü, yararlı düşündüğünü söyleyen ve taviz vermez bir gidiş tarzını simgelermiş…

      Bu kadar onurlu, bu kadar üst düzeyde olmasına rağmen Mehmet Akif çok da mütevazidir, aynı zamanda. Mesela Safahat bir fikir ve sanat abidesidir; çok müthiş bir kitaptır: emek olarak müthiştir, edebiyat olarak müthiştir, dil olarak müthiştir… Ondaki Türkçe'yi okuduğunuz zaman akar su gibi.. hiç kimse 'bunlar düşünülerek seçilmiş kelimeler' demez; hayatın içinde akan kelimelerdir...

      Bir gün bir başka edip Mehmet Akif'e soruyor; diyor ki: “Siz bu kelimelerin üzerinde uzun uzun düşünür müsünüz?” “Vallahi” diyor Akif, “ zaman olmuş, bir kelimeyi, bir hafta, on gün zihnimde devamlı taşımışımdır.” Safahat bütün sadeliği ve güzel Türkçe’siyle bir lisan abidesidir adeta...

      Hemen burada belirtmeliyim ki, bazı kelimelerinin şimdi eskimiş gözükmesi onun Türkçe’liğine hiç halel getirmez. Zaten dil, kelimelerle tarif edilmez; dil bir mantığın vücut verdiği bir hadisedir. Türk neyi nasıl söyler meselesidir. Her dil başka bir dilden kelimeler adapte eder: Mesela İngilizler, 'algebra' kelimesini Arapça'dan adapte etmişlerdir; şimdi İngilizce Arapça mı oldu? Değil tabii... 

      Onun için Türk’ün mutaden kullandığı dil, kelimelerin orijini ne olursa olsun Türkçe’dir. Geneli itibariyle Türk’lerin  birbirleriyle anlaşmasını sağlıyorsa ve Türkçe’nin kendi natıkası içindeyse bir dil, buna Türkçe değildir demek imkanı yoktur. Bazı kelimeler eskimiştir; olabilir. Kelimeler noktasından bir  kavram, bir fikir yitirilmiş de  olabilir, onun için  kolay anlaşılamayabilir de… Der ki George Orwell: "Fikirle dil arasında, sarhoşla içki arasındaki gibi bir ilişki vardır. İnsan efkarlanır içer ama içtikçe efkarı artar, derdi artar. Derdi arttıkça bir daha içer, bir daha içer. Dil de böyledir işte" der...

      Dilde bazı kelimeler zamanla ortadan kalkabilir de. Niye: çünkü o alanda o fikre ihtiyaç kalmamıştır. Fikir ortadan kalkınca o fikri anlatacak kelimeye de ihtiyaç kalmaz da ondan. Böylece o güzelim, o zengin kültür gider, birbirimize ekmek, suyu ifade eden “tek heceli bir karga dili” ile hitap eder hale geliriz. Tıpkı bugün olduğu gibi. Ve zannederiz ki, öbürü, o geçmişteki güzel dilimiz, Türkçe değil.

      Mehmet Akif'in Türkçe’si benim kanaatim, o dönemde edipler arasında ve halk içerisinde en çok anlaşılan, en güzel kelimeler ve en güzel kavramlar içeren güzel ve tabii bir Türkçe’dir…

      Bu kadar üst düzeyde bir dille bu kadar üst düzeyde bir fikir manzumesi… Tasvip edin etmeyin o ayrı bir konu… Akif ne söylemişse en kaliteli şekilde, en güzel şekilde söylemiş ve Türkçe’yi de en güzel şekilde kullanmıştır. Ama buna rağmen, yine de çok mütevazı bir adammış. O koca Safahat'ı bakın nasıl takdim ediyor. Aynen şöyle:

Bana sor sevgili kâri, sana ben söyleyeyim

Ne hüviyette şu karşında duran eş'arım:

Bir yığın söz ki, samîmiyeti ancak hüneri;

Ne tasannu 'bilirim, çünkü, san'atkârım

Şii'r için ''göz yaşı'' derler; onu bilmem, yalnız

Aczimin giryesidir bence bütün âsârım!

Ağlarım ağlatamam; hissederim, söyleyemem,

Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzarım!"

      Bakın; şu muazzam Safahat'ı bu kadar tevazu ile  bize sunuyor. Bu, Mehmet Akif’'teki çok enteresan karakterin ve kalitenin de bir göstergesidir.

Bu tevazuun yanında Mehmet Akif'in iki karakteri, iki ana vasfı daha da belirgindir. Bu vasıflardan birisi meskenete, tembelliğe ve boş beklemeye karşı oluşudur. Eski dilde say derlerdi, daima çalışmak, daima hamle yapmak. Daima iyinin kötüye takdimini öngörür, Akif… Mesela Endülüs felaketini şöyle anlatır:

Endülüs tacı elinden alınan bahtı kara

Savuşurken o güzel mülkü verip ağyara

Tırmanır bir tepenin üstüne, etrafa bakar,

Bırakıp çıktığı cennet gibi zümrüt ovalar

Başlar ağlatmayı biçareyi, hüngür hüngür

Karşıdan valide sultan bunu pek haklı görür

Der ki, çarpışmadın erkek gibi düşmanlarla

Bari hiç yoksa kadınlar gibi olsun, ağla...

      Tevekküle dair bir şiiri var Mehmet Akif'in. Bizde tevekkülün ne kadar yanlış anlaşıldığını o kadar güzel anlatır ki… Cenab–ı Allah'a havale eder ya bizim yerleşik kültür, yozlaşmış kültür, hiç çaba sarf  etmeden herşeyi... Akif o tevekkülü yerle bir eder, Safahatında…

Aslında Tanzimat bizim kültürü temsil etmez. Tanzimat bizim kültürün orijinalinin resmen de yok edildiği bir dönemdir. Onun için Tanzimat’a bakarak bizim kültürümüzü değerlendirenler çok büyük yanılgıya düşerler. Tanzimat’ı bizim zannetmekle bizi yanlış tarif ederler... Tanzimat, Batı’nın orijinal Türk kültürünü yoklaştırmayı ve başkalaştırmayı yoğun bir şekilde başlattığı  bir dönemdir.

Derki:

Çarpışmadın erkek gibi düşmanlarla

Bari hiç yoksa kadınlar gibi olsun, ağla...

      Ağlamak, bütün kozları bitmiş bir insanın hiç değilse duygusunu yitirmediğini gösterir. Ağlamaya başka bir meziyet vermem ben. Ağlamak hisli  kadının tabiatında vardır, o çabuk hislenir. O hislenmeyi belirtmek istiyor, Akif; ve sonra da diyor ki hala hayat taşıdığına inandığı insanına:

“Ey dipdiri meyyit! Kalk; iki el bir baş içindir!.."

      Aslında o günkü toplumu, ruhundan başka her şeyini kaybetmiş olarak tasvir ediyor, dipdiri meyyit ifadesiyle... Meyyit ölü demek. Kalk; iki el bir baş içindir diyor…Bunu söylerken Mehmet Akif  ümitsizlik içinde değil; yine de  ümit içindedir… Ama sonra da geçmişi yıkanlara bir eleştiri getiriyor. Diyor ki:

Yıkmak, insanlara, yapmak gibi kıymet mi verir?

Onu en çulpa herifler de, emin ol, becerir.

Sâde sen gösteriver “işte budur kubbe” diye.

İki ırgatla iner şimdi Süleymaniye.

Ama gel, kaldıralım dendi mi heyhat o zaman,

Bir Süleyman daha lâzım yeniden, bir de Sinan.

      Mehmet Akif bu boyutu nasıl kazanmış? Akif daha ilkokula gitmeden, babasından ders almış, Arapça öğrenmiş.. babasından epey ders almış… Ondan sonra iptidai okula gidiyor. Ondan sonra onun bir üstü olan Rüştiyeye gidiyor, orada Fransızca öğreniyor, Arapça öğreniyor, Farsça’yı mükemmel öğreniyor. Türk edebiyatıyla ve Türkçe’yle ilgili bilgisi zaten en ileri boyutta... Böyle bir seviyeyi böyle yakalıyor.

      Mehmet Akif'in böyle ilginç bir tarafı var… Ahlakı mücessemdir aynı zamanda. Bir de enteresan tarafı Mehmet Akif'in, çağdaşlarına nazaran farkı, düşündüklerini aynen yaşayan bir adam olmasıdır Mehmet Akif’in. Ahlakı mücessem bir kişiliktir Akif.

      Diyelim ki sizinle randevulaştı. Eğer Mehmet Akif'i ciddiye almaz ve randevunuzu, önceden söylemeden keyfi iptal ederseniz, sizinle alakayı keser mesela... Para düşüncesiyle fikrinde en ufak bir tebeddülatı düşünmemiştir hayatında... Bazı çalışmaları var, gidiyor mukavele yapıyor resmi yerlerle (Kur’an tercümesi için); bir eser meydana getirecek. Birden o konuya  tam layık düzeyde  bir eser meydana getiremeyeceği  düşüncesiyle  gidiyor rica minnet paradan vazgeçiyor; hem de paraya en muhtaç olduğu bir zamanda. Mesela İstiklal Marşı'nı yazıyor 500 bin lira ödül konuyor o günkü parayla. Koca Akif diyor ki bu milletin yazdığı bir şey, ödül alamam... Zaten Safahat'a da almamış İstiklal Marşını...

      Şimdi bu ahlakı mücessem adam, ahlakını da  bir temelle  izah ediyor. Mehmet Akif dediğiniz zaman renkli bir terminolojiden kaçamazsınız. Yani illa -bugünü yaşasanız bile- genel geçer, yani doğru tabirleri kullanacaksınız. Diyor ki,

Ne irfandır veren ahlaka yükseklik; ne vicdandır

Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.

Yüreklerden Çekilmiş farz edilsin havf-ü Yezdan'ın,

Ne irfanın kalır tesiri kat'iyyen, ne vicdanın...

      Yani Akif, ahlakı da adamca ve sağlam bir temele oturtuyor. Tabi onun muarızları böyle bir temelin sahibi olmadıkları için onların ahlakı değişkenlik taşıyor. Öyleleri kitabında yazdığı, eserinde yazdığı ahlak telkinini mesela özel sohbetlerinde ihlal ediyor veya özel yaşayışında ihmal ediyor. Mehmet Akif bir de bu noktadan muasırlarından çok  farklıdır.

      Mehmet Akif çok enteresan bir adamdır. Savunduğu, fikri potansiyelini benimsediği camiayı da yerden yere çalar, uyarır, tenkit eder. Bakın herkes onu şiirleriyle tanır, ben size nesirlerinden birkaç cümle okuyayım, eğer müsaade ederseniz, Kriter dergisinden aktarıyorum;  soruyor, diyor ki: “Acaba bu düşüşün sebebi, bu inhitatın  illeti ne olabilir?” Tanzimat’taki parçalanmanın, çöküşün yani.. “İslam’ın en birinci teklifi ilim değil mi? Dünya da maarifle, din de maarifle, ahiret de maarifle kaim değil mi? Gel gör ki bu esasa, bu temele hiç bakmadık.

      Müslümanlık namına ancak bizde birkaç gösteriş kalmış. Alt tarafı bilerek bilmeyerek kabul olunmuş, bir yığın bidat. Hayatı mücahede içinde geçenler için mevcut olmadık nimet, manasız bir tevekkül ile atıl yaşayanların ise mahkum olmayacağı zillet yoktur...”

İlginç eleştiriler bunlar…

“Din işini taklit ile kaim bilmenin günahıdır ki: nesilden nesile birer ikişer bidat, üçer beşer hurafe miras ola ola bugün akaidimiz, taatımız, muamelatımız adeta bir hurafat mecmuası, bidat yığını haline gelmiş...”

Bidat, sonradan din adına uydurmalar. Mesela, namaz iki rekat, adam kalkıyor on rekat diyor. Bu tip şeyler bidat. Kastı bu, din alanındaki uydurmalar... “Dinin aslını, (bakın geldi burada konuya, dinin aslından da Kur'an'ı, ilmi doneleri kasdediyor) dinin aslını kolay kolay tahattur bile edemiyoruz. Dini taklit, dünyası taklit, adeti taklit, kıyafeti taklit, selamı taklit, kelamı taklit, hulasa herşeyi taklit olan bir milletin efradı da insan taklidi demektir ki bunlar iyi bir toplum meydana getirmez. Binaenaleyh yaşayamaz da...”  Nitekim işte sonucunu gördük ve gördüler. “Onun için önce taklitçilikten ve göreneklere tapmaktan kurtulmak lazım” diyor. “Çünkü körü körüne taklit edenleri Cenab-ı Hak velev azar ile olsun hitabına layık görmüyor...”

“Üç beş uydurma hadis ile 8-10 şen'i masaldan başka sermayeyi marifet edinememiş ümmi vaazlar kürsüleri tasarruf edeliden beri milleti merhume dini umacı heyetinde Hz. Peygamberi de haşa yeni çağ ağası fıtratında tahayyül etmeye başladı. İslamın o pak, o nezih, o ilahi siması çoğumuzun hayalinden silinip gitti...”

Nebi'ye atfile binlerce herze uydurduk.

O hal buldu ki cüret 'yecuzu fit-tergip

Kararı erzeli fetva kesildi, hem ne garip...

Hadisi uyduruyorken sevap uman bile var,

Sevabı var mı imiş bir zaman gelir anlar.

Cihanı titretiyorken nidayı men kezebe

İşitmiyor mu nedir bir bakın şu bi-edebe

Lisanı paki nebiden yalanlar uyduruyor

Sıkılmadan da sevap işledim deyip duruyor.

      Görülüyor ki, Mehmet Akif bulunduğu platformda kendi iltifat ettiği zümreyi, sahiplendiği zümreyi de sapmaları açısından eleştirmekten geri kalmıyor. Böyle bir namusu mücessemdir, O...

      Mehmet Akif'i hayırla ve rahmetle anıyorum. Onun istiklal ışığının, bütün insanların doğruya ulaşmalarındaki gayretlerimizi teşvik edici kılmasını diliyorum...
AlıntıÇ http://www.kriter.org/index.php?option=com_content&task=view&id=357&Itemid=54

  
7303 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi108
Bugün Toplam284
Toplam Ziyaret1646975
Hava Durumu
Saat
Vaaza Başlama Duası

Mevlid Kandili Dua Örneği

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI

VAAZ KILAVUZU

VAAZ VE VAİZLİK SEMPOZYUMU I
VAAZ VE VAİZLİK SEMPOZYUMU 2