Hz.Peygamber ve İnsanlık Onuru
Kur’an-ı Kerim, insanlığın üzerine
aydınlık bir güneş gibi doğdu. Onunla karanlığın yeri aydınlık, zulmetin yeri
nur oldu. Onunla hak, hukuk, güven, huzur, barış ve mutluluk geldi. Onunla
erdemli insanlar arttı. Kur’an-ı Kerim insanlara kötülüklerden arınmayı
öğretti.Kur’an-ı Kerim insanlara paylaşmayı öğretti.Kur’an-ı Kerim insanlara
dostluğu, kardeşliği öğretti.Kur’an-ı Kerim insanlara barışı ve sevgiyi
öğretti.Kur’an-ıKerim insanlığa medeniyeti öğretti.
İnsan onuru sözlüklerde,
izzetinefis, haysiyet, özsaygı, şeref, erdem, vakar, gurur, saygınlık, kendine
saygı duyma ve başkalarını da kendine saygılı kılma olarak açıklanmakta.[1]
Peygamberimizin Veda
Hutbesi onun yirmi üç yılda gerçekleştirdiği ve uygulamaya koyduğu inkılabın
özetidir. Yani o, söylediklerini bizzat hayata geçirmiş ve son kez bir kere
daha insanlığa hatırlatmıştır. Onun yıllardır birbirleriyle savaşan Mekkeliler,
Evs ve Hazreç kabileleri, diğer insanlar arasında kurduğu kardeşlik hem dillere
destan hem de tüm insanlığa örnektir.
Veda Hutbesi)”Ey
İnsanlar! Bugünleriniz nasıl mukaddes gün. Bu aylar nasıl mukaddes bir ay, bu
şehriniz nasıl mübarek şehir ise canlarınız, Mallarınız namuslarınız da öyle
mukaddestir. Her türlü tecavüzden korunmuştur”
Veda Hutbesinde Hz.
Peygamber,Sözümü iyi dinleyiniz! İyi anlayınız… Bu vasiyetimi burada
bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildirilen kimse, burada
bulunup ta işitenden daha iyi anlayarak, muhafaza etmiş olur diyerek bizden söz
almış ve tüm söylediklerine Yüce Allah’ı şahit tutmuştu.
“Sevgili
Peygamberimizin (sas) kutlu doğumu vesilesiyle bugün bir kez daha hatırlatmak
isterim ki insanın ucuzladığı, bir meta haline dönüştüğü, insan onurunun göz
ardı edildiği, zedelendiği, ayaklar altına alındığı, insanlığın kaybolmaya yüz
tuttuğu, insanı onursuzlaştırma, itibarsızlaştırma, değersizleştirme ve
değerlerinden soyutlama gayretlerinin küresel ölçekte politikalar haline
geldiği günümüzde, bütün alemleri onurlandırmak için gönderilen rahmet yüklü
adalet, hikmet yüklü ahlak peygamberinin onur mücadelesini ve insana bakışını
yeniden keşfetmeye ve bu keşfimizi toplumun bütün katmanlarına açmaya her
zamankinden daha fazla muhtacız” (DİB,Başkan Görmez)
İnsan, Rabbimizin,
başka varlıklara vermediği özelliklerle yaratmış olduğu bir varlıktır. Fizikî,
ruhî ve aklî özellikler açısından onu en güzel bir biçimde yaratmıştır. İlk
yaratılış aşamasında ona en güzel biçimi verdikten sonra “kendi ruhundan”
üflemiş ve melekleri ona secde ettirmiştir. En hassas dengeleriyle, yerde ve gökte
ne varsa onun emrine vermiştir. Allah gökyüzünü onun için yıldızlarla
süslemiştir. Yeryüzünü onun için döşek kadar rahat edebileceği şekilde
yaratmıştır. Türlü türlü ve tertemiz yiyecek ve içecekleri onun zevkine
sunmuştur.
Her insan bizim gibi
Allah’ın özenle yarattığı bir varlıktır. Dili, dini, rengi, cinsiyeti, sosyal
statüsü, ekonomik durumu ne olursa olsun herkes kuldur ve o kulun Rabbi Allah-u
teâladır. Bu sebeple İslam literatüründe insan hakları, “kul hakkı” olarak
tabir edilmiştir. Kulun hakkına saygı göstermeyen o kulun Rabbine saygısızlık
etmiş olur. Her insanın yaşama hakkı vardır. Can kutsaldır. Bir insanın
yaşamına kıymak tüm insanların yaşamına kıymaktır. Bir insanın yaşamasına
vesile olmak tüm insanlığı yaşatmak gibidir. Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Kim,
bir cana kıymamış, ya da yeryüzünde bozgunculuk yapmamış olan bir canı
öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de onu(n hayatını
kurtarmak suretiyle) yaşatırsa, bütün insanları yaşatmış gibi olur.” [2]
Her insanın malı kutsaldır.
Yüce kitabımızda şöyle buyurulur: “Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda batıl
yollarla yemeyin. Ancak karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle olursa başka.
Kendinizi helak etmeyin. Şüphesiz Allah size karşı çok merhametlidir.” [3] Her
insanın onuru kutsaldır. Dinimizde yalan, dedi kodu, gıybet (hoşa gitmeyeceği
bir şeyi başkasının arkasından konuşmak), iftira, hakaret, kötü lakap takmak
gibi insan onurunun zedelenmesine sebep olan şeyler, cezası çok büyük
günahlardandır. Her insanın, başkalarının haklarını çiğnememek şartıyla inanma
ve inancını yaşama hakkı vardır. Yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm‘de; hak ile batılın
tam bir şekilde açıklandığını, dileyenin iman edip dileyenin inkar
edebileceğini, hakikati kabul edip ona uyanları cennetin, aksini tercih edenleri
ise cehennemin beklediğini, kimsenin müslüman olmaya zorlanamayacağını,
peygamberin vazifesinin sadece hakkı insanlara tebliğ etmek olduğunu
bildirmiştir.
Veda Hutbesinde yer
alan “Ey İnsanlar! Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl
mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise,
canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden
korunmuştur.” [4]
yüce Allah, insanın
değerini göstermek için, “Biz insanı en uygun ve en güzel biçimde yarattık” [5]
demektedir. Bu ve benzeri ayetler bize, Allah’ın yarattığı hiçbir varlığın
küçümsenemeyecek kadar değerli ve önemli olduğunu ifade
etmektedir.Peygamberimiz, bir hadislerinde “Allah sizin şekillerinize ve
görünüşlerinize bakmaz, fakat kalplerinize ve işlerinize bakar” [6] buyurarak,
bu gerçeği en net biçimde dile getirmektedir.
Bir gün, Ma’rur
isminde bir kişi peygamberimizin arkadaşlarından Ebu Zer’e rastlamıştı. Ebu
zer’in yanında bulunan kölesi gayet güzel ve temiz bir şekilde giyinmişti. Bunu
gören Ma’rur, Ebu Zer’e, “ey Ebu Zer! Bu adamın üstündeki giysiyi alıp başka
bir şey giydirsene” dedi. Ebu Zer, Ma’rur’a şunu anlattı: “Bu gördüğün köleyle
benim aramda senin bilmediğin bir olay yaşanmıştır. Ben, bir gün bu adama
sövmüş ve annesinin siyahi oluşundan dolayı ona hakaret etmiştim. Peygamberimiz
bunu duyanca, ‘sende hâlâ Cahiliye döneminin izleri var. Bu insanlar sizin
kardeşlerinizdir. Yediklerinizden onlara da yedirin, giydiklerinizden onlara da
giydirin’ deyerek beni azarlamıştı” [7]
Sevgili peygamberimiz
Veda Hutbe’sinde tüm insanların eşit varlıklar olduklarını şöyle dile
getirmektedir: “Arab’ın Arab olmayana, Arab olmayanın da Arab’a bir üstünlüğü
yoktur. Ey insanlar! Hepiniz Adem’in çocuklarısınız. Adem ise topraktandır” [8]
Peygamberimizin bu
açıklamasında görüldüğü gibi insan, hangi topluma veya ırka mensup olursa olsun
bir başkasını küçümseyemez; çünkü her insanın kökeni Hz. Adem’e dayanmakta, bu
şekilde kardeş oldukları hatırlatılmaktadır. Peygamberimiz insanın ve onun
sahip olduklarının kutsal olduklarını ilan etmiş, haklı ve geçerli bir neden
olmaksızın insana ve sahip olduklarına dokunulamayacağını açıklamıştır.
Şurası iyi
bilinmelidir ki insanı onurlu veya onursuz kılan temel ölçüt, davranışlarıdır.
Davranışları kendisini onurlandırmayan kimseyi haricî hiçbir aidiyet
onurlandıramaz. İnsan, ırk, renk, zenginlik, soy-sop gibi maddî, izafî ve
geçici ölçülere göre değerlendirilmemelidir. “Nice kapılardan kovulmuş üstü
başı perişan insan vardır ki, Allah’a yemin etse Allah onu yemininde haklı
çıkarır” buyuran Sevgili Peygamberimiz (sas), insan onurunu maddî ölçütlerle
değerlendirmenin yanıltıcı olabileceğine işaret etmiştir. İnsan bizatihi
değerli ve onurlu bir varlıktır. Efendimizin (sas) nazarında onun siyahı da
değerlidir beyazı da; fakiri de onurludur, hizmetçisi de.(DİB,Başkan GÖRMEZ)
İbn Mes’ûd anlatıyor: Peygamber
(s.a.v.)’in meclisinde idik, birisi kalkıp gitmiş, bir başkası da arkasından
onu çekiştirmişti, Peygamberimiz “Dişini ayıkla!” buyurdu. Adamın “Neden
ayıklıyayım? Et yemedim ki!” demesi üzerine de “sen kardeşinin etini yedin”
buyurdu.[9]
Hz. Âişe Efendisine, eşi Safiyye’nin kısa
boylu olduğundan bahsedince şöyle buyurdu: “Öyle bir söz söyledin ki denize
katsan onu kirletir!” [10]
Efendimiz ashâbına
sordu:
– Gıybet nedir biliyor
musunuz?
– Allah ve Rasûlü daha
iyi bilir.
– Din kardeşini,
hoşuna gitmeyen bir şey ile anmandır (arkasından hoşlanmayacağı bir sözü
söylemendir).
– Söylediğin gerçekten
onda varsa gıybet etmiş olursun, söylediğin onda yoksa iftirâ etmiş
olursun.[11]
«Bir müslümanın
kardeşi ile üç günden fazla dargın durması helâl olmaz. Üç günü doldurunca
hemen ona gidip selâm vermelidir; o da selâmına karşılık verirse ikisi ecirde
(sevapta) ortak olurlar, karşılık vermezse o günaha batmış, selâm veren
dargınlıktan çıkmış olur.» .[12]
«Hısımlık bağı arşa
asılmıştır; şöyle der durur: Benimle ilişki kuranla Allah da ilgilensin,
benimle ilişkisini kesenden Allah da alâkasını kessin!» . .[13]
«İlgi gösteren
karşılık veren değil, sen ona ilgi göstermediğin halde akrabalık bağına riâyet
edendir.» .[14] (Buhari. K. el-Edeb. 15.)
«Size namaz, oruç ve sadakadan daha üstün
bir şey göstereyim mi?» «Evet Ey Allah‘ın Resulü» dediler. Devam buyurdu:
«Arabulmak, barıştırmaktır; çünkü aranın bozulması kökünden kazır; saçı kazır
demiyorum, dini kazır.» .[15] (Tirmizi, K. el-Kıyâmeh, 56; Ebû-Dâvûd, K.
el-Edeb, «Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın; belki de
onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da başka kadınları alaya
almasınlar, belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinize dil
uzatmayın, birbirinizi kötü lâkaplarla çağırmayın; inandıktan sonra yoldan
çıkmış olmak ne kötü bir addır. Tevbe etmeyenler, işte onlar zalimlerdir» .[16]
— «Gıyabında din
kardeşinin namus ve şerefini koruyan kimseyi Allah cehennemden azad edecektir.»
.[17]
Mekke dönemine bakınız. Hangi sahabe
diğerine küserek, davayı terk etti ve kaçtı. Aksine tam tersi oldu, Hz. Ebuzer
(r.a) birgün Hz. Bilal’e (r.a) kara kadının oğlu dedi, [18] mesele Hz.
Peygambere (s.a.v)`e intikal etti,
Peygamber (s.a.v), ben Ebuzer’de
cahilliye kalıntıları görüyorum dedi. Bu sözleri duyan Hz. Ebuzer (r.a), Hz.
Bilal’ın kapısının eşiğine yatarak bekledi, dışarıdan bir takım sesler duyan
Hz. Bilal, kapıyı açar birde ne görsün, Hz. Ebuzer yerde yatmakta, kardeşim
Ebuzer niye yerde yatmaktasın? kalk ayğa der, Hz. Ebuzer işittim ki, Hz.
Peygamber (s.a.v) hakkımda şöyle buyurmuş:
Ben Ebuzer’de
cahilliye kalıntıları görüyorum. Ey Bilal sana bu çirkin sözleri söyleyen
dudakları ve yüzümü çiğnemediğin müddetce burdan kalkmayacagım. Hz. Bilal ise,
bu yüz çiğnenecek yüz değil, bu yüz öpülecek yüz diyerek kardeşinin elinden
tutar kaldırır ve bagrına basar ve böylelikle Helallaşmış olurlar.
Peygamber Efendimizin
Bilâl’e ezanı okuma vazifesini vermesi, İslam düş¬manlarını çılgına çevirdi. Eskiden
köleleri olan biri, bugün kalkıp onları açıktan açığa Allah’a çağırıyordu.
Mekke’nin Fethi’nden sonra Hz. Bilâl, Kâbe’de ezan okur¬ken kendi aralarında
konuşan İslam’ın amansız düşmanları, “Muhammed, ezan okutacak şu kara kargadan
başka kimse bulamadı mı?!” diyecek küstahlığı gös¬teriyorlardı. Fakirlerin,
zayıfların böylesine şeref kazanmalarını, İslamiyet’le yücelmelerini bir türlü
hazmedemiyorlardı. Hattâ Hz. Peygamber’e, “Şu Bilâl gibi fakir ve kimsesiz
kişileri yanından kovarsan sana iman edeceğiz. Bunlarla eşit olamayız.”
diyorlardı.
Hz. Peygamber
Efendimizin, Ebu Zerr hakkında övücü sözleri vardır: “Yeryüzünde, Ebu Zerr’den
daha doğru sözlü birisi yoktur.”, ” Kıyamet gününde yeri bana en yakın
olanınız, dünyadan benim bıraktığım gibi çıkanınızdır.” Ebu Zerr bu hadisi
naklettikten sonra şöyle demiştir: “Vallahi benden başka hepiniz, bu dünyaya
bir tarafından bulaştınız!” Peygamberimiz onun zühdünü (dünya nimetlerinden
uzak yaşamasını) Hz. İsa’nın zühdüne benzetmiştir. O, bu zâhidâne hayatını ömrünün
sonuna kadar sürdürmüş ve Müslümanlar zenginleştikten ve hazineden aldıkları
maaş ile daha müreffeh yaşar hâle geldikten sonra da şöyle demiştir: “Vallahi
benim, Resulullah zamanındaki günlük geçimliğim (dört çift avuç) hurma idi,
bugün de onu arttıracak değilim. [19]
İslam tarihindeki yeri
asla doldurulamayacak olan Ebu Zerr, Müslüman olduktan sonraki hayatının hemen
hemen tamamını Osman tarafından Rebeze’ye sürgüne gönderilinceye kadar
Peygamber Efendimiz ve Hz. Ali’nin yanında İslamı yaymak için mücadele ile
geçirmiştir. Osman tarafından Rebeze’ye sürgüne gönderildikten sonra çok çileli
ve sefil bir hayat yaşamış ve orada Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. Öldüğünde
sırtında yırtık bir elbiseden başka bir şey yoktu. Ölmeden önceki son
günlerinde kızına üzülmemesini, Mekke tarafından bir kafile gelmedikçe
ölmeyeceğini, zira bu kafile ile gelen bir gencin kendisine kefen getireceğini
anlatıp arada sırada kızına “Bak bakalım, ufukta toz bulutu görüyor musun?”
diyordu.
Hicrî 31 (M. 651-652) yılında bir gün ufukta
bir kervan gözüktü. Kervan konakladıktan kısa bir süre sonra Hz. Ebu Zerr,
dâr-i bekâ’ya göçtü. Ensardan bir genç (Malik Eşter) gelip onu kefenledi ve
cenaze namazını kıldırarak Rebeze’ye defnetti. [20]
Cabir b. Abdullah (r.a.) şöyle
nakletmiştir:
Yanımızdan bir cenaze
geçmişti. Resulullah (asv) hemen o cenaze için ayağa kalktı. Biz de (ona
uyarak) kendisi ile beraber ayağa kalktık ve: “Ey Allah’ın Resulü! Bu bir
Yahudi kadınının cenazesidir.” dedik. Bunun üzerine Hz. Peygamber
(asv):”Şüphesiz ölüm korkunç bir şeydir. Cenazeyi gördüğünüzde hemen ayağa
kalkınız.” buyurmuştur. [21]
Kays b. Sa’dv’in
(r.a.) rivayetinde İbn Ebu Leyla şöyle nakletmiştir:
Kays b. Sa’d ile Sehl
b. Huneyf, Kadisiyye’de bulunurlarken yanlarından bir cenaze geçti. Bunlar
ayağa kalktılar. Kendilerine; bu cenaze, bu yer halkından (yani zımmilerden)
dir, denildiğinde Kays ile Sehl de: Resulüllah’ın (asv) yanından bir cenaze
geçmişti. Allah Resulü, ayağa kalktı. Bunun bir Yahudi cenazesi olduğu
kendisine bildirildiğinde: “Bu da bir insan değil mi?” buyurdu. [22]
Bedir savaşında
Mekkeli müşriklerden bir miktar esir alınmıştı.Peygamberimiz (asv) bu esirlerle
ilgili olarak ashabıyla istişarede bulundu. Ashabtan bazıları bunların derhal
öldürülmesini teklif ederken, en yakın Müslüman akrabalarının bunu infaz
etmelerini tavsiye etmişlerdi. Buna karşılık başta Hz. Ebu Bekir (ra) olmak
üzere bazı sahabeler de bu esirlerin fidye karşılığında serbest bırakılmalarını
teklif ettiler. Rasûlullah (asv) bu ikinci teklifi uygun buldu. Esirlerden
dörder bin dirhem bedel alınarak salıverilmelerini emretti. Bu arada
durumlarına göre, bedel olarak 3000, 2000 ve 1000 dirhem kendilerinden alınması
kararlaştırılanlar da oldu.
Fidye
ödeyemeyenlerden, okuma yazma bilenlerin Müslümanların çocuklarından onar
kişiye okuma-yazma öğretmeleri istendi. Esirler Müslümanlar arasında dağıtıldı.
Hz. Peygamber (asv)
onlara iyi muamele edilmesini istedi. Esirlerden elbisesiz kalmış olanlara
giyecekler verildi. Bu esirler Müslümanlarla birlikte ve onlarla eşit şartlar
altında yemeğe oturuyorlardı.
Hz. Peygamber
(s.a.y)’in vahiy kâtipleri içinde Übey b. Kâb’dan sonra Medine’de en çok vahiy
yazan Hz. Zeyd b. Sabit ayrıca tercümanlık yapmış âlim sahabelerin
meşhurlarındandır. Okuma-yazmayı Bedir esirlerinden, fidye karşılığı olarak on
çocuğa okuma-yazma öğrettikten sonra serbest bırakılmayı kabul edenlerden
öğrendi.
Bir gün, bir Müslüman
kadın Kaynuka çarşısına inmiş, alışveriş yapmak üzere bir kuyumcuya
girmişti.Dükkân sahibi kadına yüzünü açmasını söyler, kadın tepki verince ısrarla
kadının üzerine gider; fakat buna muvaffak olamaz. Kadınla Yahudi bu şekilde
mücadele ederken, dükkânda bulunan bir başka Yahudi’de, kadına hissettirmeden
giydiği çarşafın bir kenarını oturduğu yere rapteder. Müslüman kadın, kuyumcuda
alış verişini yaptıktan sonra, çıkmak üzere ayağa kalktığında çarşafı üzerinden
düşer ve avret yerleri görünür. Hadise karşısında orada bulunan Yahudiler gülüp
eğlenerek kadınla dalga geçerler.
Müslüman kadın neye
uğradığını şaşırmış, feryad–ü figan ederek, imdat ister. Kadının feryadını
işiten bir Müslüman koşarak gelmiş, Müslüman bir kadın kasıtlı olarak
aşağılanmış, namusuna helal gelmiştir. Ve Yahudi kuyumcuyu öldürür. Orada
bulunan diğer Yahudiler de, Müslüman’ı şehit ederler. Hadise bu şekilde
başladı, sonuçta büyüdü ve Müslümanlarla Beni Kaynuka Yahudileri arasında savaş
çıkmasına sebep oldu.
Nihayetinde Kaynuka
Yahudilerinin kaleleri kuşatıldı. Kuşatma yaklaşık on beş gün devam etti,
Yahudiler Rasululah’ın ileri sürdüğü şartları kabul ederek, barış yapmak
zorunda kaldılardı.
Hazreti Ömer, yine bir
gün yaşlı bir dilenci ile karşılaşır. Dilencinin gayrimüslim olduğunu öğrenir.
Gayrimüslim dilenciye:
–Gençliğinde senden
cizye alıp yaşlanınca seni bu halde bırakırsak, biz sana karşı insaflı
davranmış olmayız, dedikten sonra beytülmal görevlisine şu talimatı verdi:
–Bu adamın hâlını
düzeltecek kadar maaş bağlayın.
Hz. Ömer’e göre fakir,
müslümanların; miskin de gayri müslimlerin muhtaçlarını ifade eder. Hz. Ömer’in
yaşlı ve kör bir yahudiyi, maaş bağlanması için beytülmâle gönderdiği ve
görevliye “Bu adama ve benzerlerine bakın…. `Sadakalar (zekât), ancak fakirler,
miskinler…içindir? âyetinde geçen fukaradan maksat, müslüman fakirler,
mesâkînden maksat ise Ehl-i kitabın fakirleridir. Bu adam, kitap ehlinin
miskinlerindendir” dediği nakledilir . [23]
Peygamberimiz (sav)
ordularını savaşa gönderirken şöyle derdi: “Sizler Allah için, Allah adına
sefere çıkıyorsunuz. Sakın insanlara zulmetmeyiniz. Savaşta müsle yapmayınız,
yani insanların organlarını keserek işkence yapmayınız. Manastırlara,
kadınlara, din adamlarına ve çocukları öldürmeyiniz. Kiliselerini yıkmayınız.”
(Ebu Davud, Cihad, 120; Harac, 29-30) Necran Uskufu ile yaptığı anlaşma ve
Emanname’demabedlerin garanti altında olduğu açıkça ifade edilmiştir.
Yine peygamberimiz (sav)
gayr-i Müslimlerle yapmış olduğu anlaşmalarda onların canlarının ve mallarının
güvende olduğunu özellikle vurgulamış ve maddeler halinde yazdırmıştır.
ilk müezzin Bilal-i
Habeşi hazretleri de bir köleydi. Zenci cariye Ümmi Eymen’in
oğlu Üsame bin Zeyd, 18 yaşında, birlik komutanı olmuştu. Babası Zeyd
bin Harise de köleydi. Rum ordusuyla savaşırken İslam ordusunun
komutanıydı.Hz. İbni Ümmü Mektûm, Medine’ye ilk hicret edenler arasındaydı.
Medine’ye önce vardıklarından halka Kur’ân dersi veriyordu. Peygamberimiz,
Medine’ye yerleştikten ve Mescid-i Şerif’i yaptıktan sonra ona en büyük şeref
sayılan müezzinlik vazifesini verdi.Peygamberimizin Medine’de üç müezzini
vardı: Bilâl, Ebû Mahzûre ve İbni Ümmü Mektûm (r.a.Hz. Bilâl olmadığı zaman Ebû
Mahzûre, o da bulunmadığı zaman İbni Ümmü Mektûm ezan okurdu. İbni Ümmü
Mektûm, Ramazan’da ezan okuyor, sahurun bittiğini insanlara bildiriyordu. Bunun
için Peygamberimiz, “Bilâl ezanı gece okuyor. İbni Ümmü Mektûm ezan okuyuncaya
kadar yiyip içiniz.” buyuruyordu.(Buhârî, Ezan: 10.)
Kaynak:
[1]Özön Mustafa Nihat, Osmanlıca Türkçe
Sözlük, Bilgi Yayınevi, Ankara,1971
[2] Mâide, 5/32.
[3] Nisâ, 4/29
[4] Müslim, Hac 19;
Tirmizî, Fiten 2; İbn Mâce, Fiten 2.
[5] 95-Tin-4
[6] Müslim, Birr,
IV/1987
[7] Buhari, İman, I/13
[8] Berki ve
Keskioğlu, 412.
[9] Taberânî
10] Tirmizî, K.
el-Kıyâmeh, 51; Ebû, Dâvûd, K. el-Edeb, 35.
11] Müslim, K.
el-Birr, 70; Ebû-Dâvûd, K. el-Edeb, 35; Tirmizî, el-Birr, 23.
[12]Ebu Davud, K.
el-Edeb, 47; Buhari, K. el-Edeb, 57; Müslim, K. el-Birr, 23.
[13] Müslim. K.
el-Birr. 17; Ahmed, Müsned, 2/164.
[16] el-Hucurât: 49/11
[17] Ahmed, Müsned,
6/461
[18] Ahmed, Müsned,
6/461 Ahmed Kastalânî. îrşadü’s-Sârî, 1, 1!3. 16.İbnSa”d.4,229.
[19] İbn Abdilber,
İstî’âb, C. I, s. 214; C. IV, s. 62; İbn Hacer, İsâbe, C. IV, s. 63;Hacevî,
age., C. I, s. 193. 87. Reşîd Rızâ, Tefsîr, C. X, s. 405 vd.)
[20] Hayreddin
Zirikli, el-A’lâm, II, 140).