• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/sunumvaaz.vaaz
  • https://www.instagram.com/sunum.vaaz/
  • https://www.youtube.com/channel/UCrOVK1v-SpWyJl9iE8YTMdA
Üyelik Girişi
Site Haritası
Takvim
Mübarek Geceler

Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar34.066234.2027
Euro37.991438.1437
ÖRNEK BİR VAAZ PLANI VE VAAZ DUASI
VAAZ HAZIRLAMA VE SUNMA TEKNİKLERİ
HAC RUH İÇİN BİR DÖNÜM NOKTASIDIR

Hac Ruh İçin Bir Devrim

Haccın derin anlamını idrak etmenin en güvenilir yolu, yerine getirmeye çalıştığımız her menasiki iç anlamına ruhen iştirak etmekten geçer. Bu, mümkün ama çok zor bir şeydir. Eğer her hacca giden bunu başarabilseydi dünyamız çok farklı olurdu. Varoluşsal bir ibadet olarak hac, kişinin kendi iç dünyasında dinî tecrübenin ulaşabileceği kemal noktasına işaret eder, başka bir ifadeyle hac ibadeti ufuk çizgidir. Ufuk gözünüzün önündedir, çok uzak görünmüyor, belli bir çaba ile dairevi çizgiye ulaşabileceğinizi düşünürsünüz, ama her aşamada önünüze yeni bir çizgi çıkmaktadır. Sizin bir ufuk çizginizin olduğunu idrak etmeniz mikatta ihrama girmenizle başlar. Bembeyaz örtüye büründüğünüz andan itibaren, kendinize ve çevrenize ilişkin algınızda belli bir değişim vuku bulmaya başlar. Önce ölüme hazırlandığınızı düşünürsünüz. Dikişsiz, düz, iki parça bir kefen. Beyaz renk saflığın, temizliğin ve arınmış olmanın simgesidir. Ama elbette daha arınmış değilsiniz. Bir bakıma her şey yeni başlamaktadır. 

Modern insanın algılayamayacağı öteler Sizi ilk bekleyen tehlike bizzat kendi bedeninizle olan ilişkinizin yeni bir çerçeveye oturtulmuş olmasıdır. Değil mi ki ihrama girdiniz, artık bedeniniz size, sizin tasallutunuza, uygunsuz, sorumsuz saldırı ve eziyet verme teşebbüslerinize karşı koruma altına alınmıştır. Burada paradoksal bir durum söz konusudur. Bedenin kişinin kendisine karşı güvence altına alınması ne demektir? Modern insan bunu çok zor algılar; çünkü bedenin kendine ait olduğunu, bedenini bütünüyle temellük ettiğini ve onu dilediği gibi kullanabileceğini sanmakta ve doğruluğundan emin bir şekilde bu fikri yüksek sesle dile getirmektedir. Bu yüzden “zina” artık suç olmaktan çıkmış, vaka-i adiyeden, yani Ad Kavmi’nin düşük karakterde tekrar eden fiili olmuştur. İhram, bedeninizin size ait olmadığını hatırlatır size.

Beyaz örtülere büründüğünüz andan itibaren artık onu dilediğiniz gibi kullanamazsınız. Söz gelimi gelişigüzel saçlarınızı, kirpiklerinizi yolamazsınız. Herhangi bir organınıza eziyet edemezsiniz. Aynı zamanda bedeninize kremler ve güzel kokular süremezsiniz, ihramdan çıkıncaya kadar tıraş da olamazsınız. Kendi içine yolculuğa çıkmış bir insanın tevazuu içinde hareket eder, neden ihrama girdiğinizi düşünmeye başlarsınız. Eğer çevre, derimizden sonra başlamak üzere dışımızda olan her şey ise bu durumda bedenimiz gibi çevremiz de bize karşı koruma altına alınmış demektir.

Emniyet ve hürmet bedenimizle beraber her şeyi şamil olmuştur. Bedeni ve organların tümünü ciddiye almak, onları doğru, yararlı ve meşru amaçlarda kullanmak gerekir; zira günün birinde, yani o Büyük Gün’de her yaptığımız dolayısıyla aleyhimizde şahitlik edeceklerdir. Kişinin bedeninin kendi aleyhinde şahitlik etmesinden daha büyük dram olamaz. Bedenin hüsn-ü muamelesi, iyi yönetilmesi bütün yönetimlerin esasını, modelini teşkil eder. Bedenini iyi yöneten evini, evini iyi yöneten şehrini, şehrini iyi yöneten ülkesini/devletini iyi yönetir. Bedenimizi korurken fizik veya sosyal çevreye zarar vermek olmaz. Ağaçların yaprakları, çiçekler, bitkiler koparılamaz; hayvanlar öldürülemez, kafamızdaki bite dahi müsamaha göstermek zorundayız. Oturduğunuz yerde durmadan yüzünüze konup sizi rahatsız eden bir sineği öldürmekten kaçınmak, insanın hayvanlar ve eşya dünyasıyla yepyeni bir çerçevede algılamasına sebep olmaktadır. Bir sineği öldürseniz ceza ödemek zorunda kalacaksınız. Evet, bir sineği dahi öldüremezsiniz. Çünkü mikattan içeri adım atmışsınız ve sırtınızda sadece bembeyaz ihramınız vardır. Üzerinde iyice tefekkür edildiğinde bu insana olağanüstü derecede bir fizik ve sosyal çevre bilinci kazandırır. Ekolojik dengenin derin bir sarsıntı geçirdiği bu zaman diliminde çevreye karşı duyarlılıkların neredeyse tümü, aşkın-müteal endişelerden yoksundur.

Bütün varlık kutsaldan arındırılmış, profanlaştırılmış, iç ve hakiki anlam ve muhtevasından boşaltılmıştır. Bu da modern zamanın felsefi olmayan fiili materyalizminin tabii bir sonucudur. Eğer sizinle fizik çevre arasında geri plana dayanan herhangi bir ilişki yoksa, yani insan ile canlı ve cansız hayatı daha üst ilkede birleştiren kutsal bir mahiyet tesis edilmemişse, insan gücünü yettirdiğinde çevre üzerinde hegemonya kurmak ister, onu suiistimal eder, yani kötü kullanır. Bu ağır cürmü işlerken de çevreye karşı herhangi bir sorumluluk duyması gerekmez. Ve nihayet modern telakkiye göre insan ile tabiat arasında kadim bir çatışma vardır; insan bu çatışmadan bilim ve teknoloji ile galip çıkmış, tabiatı hükmü altına almıştır.İhrama bürünmüş ve ‘haram bölge’de iken kendinizi tabiatla ve canlı hayatla bir çatışma içinde düşünemezsiniz. Çünkü bilirsiniz ki, kutsal bir zamanda ve kutsal bir mekanda bitkiler ve hayvanlar da sizinle birlikte ibadet etmekte, Allah’ı tesbih etmektedirler. “Buyur Allah’ım geldim (Lebbeyk)” diye telbiyede bulunurken, sesinizin gittiği her yerdeki canlılar ve cansızlar size katılmakta, onlar da Yaratıcılarını yüceltmektedirler. Peki, insan ve tabiat aynı varoluşsal tecrübeyi aynı zaman diliminde ve aynı mekânda paylaşırken, insan nasıl olur da sırf gücü yettiği için sorumsuzca davransın, canlı hayatı tahrip etsin.

Maddi tabiat ve evren bizim yararımıza sunulmuştur (teshir), ama bizim hegemonyamıza tahsis edilmemiştir. Bu bilinci kaybediyoruz ve tabiatla büyük bir çatışmaya giriyoruz. Hac sırasında bütün bunları hatırlamaya başlar ve sonraki hayatımızda bitkilere ve canlılara karşı elimizden geldiğince merhametli davranmamız gerektiğini düşünürüz. Allah’ın evine duyulan derin aşk ve... Bir ağaca veya serçeye, bir sineğe veya bir av hayvanına karşı bu sorumluluğu duyarken, hemcinslerimize karşı nasıl davranmalıyız? Elbette çok daha duyarlı, çok daha saygılı ve çok daha sevecen. Başka şekilde düşünemeyiz. İnsan bir bitkiden veya herhangi bir hayvandan daha değersiz değildir. Aksine varlık ağacının meyvesidir. Hangi renk ve ırktan olursa olsun, insan “mükerrem”dir, eşref-i mahlukat olarak yaratılmıştır, Allah’ın yeryüzündeki halifesidir, maddi tabiatında içkin bir İlahi tabiat vardır ve bütün canlılar ile cansızlara verilmemiş imtiyazlar ona verilmiştir. İnsan özünde iyidir, maddi tabiatında içkin bulunan İlahi tabiatı (nefha-i ruh) onu iyiliğe ve güzelliğe yöneltir. Onu yapabilir kılan kuvvetleri vardır, bu kuvvetleri meşru çerçevede kullansa o zaman güç adalete, bilgi hikmete, şehvet iffetle neslin devamına hizmet eder. Haksızlıklara karşı öfke duymak gerekir, hayırlı iş yapan insanlara imrenilir, kötülere karşı düşmanlık beslenir. Ama eğer bu negatif duygu ve hasletler nefsin tutkuları, bencil çıkarlar için kullanılacak olursa, insandan kötülük hasıl olur. Kötülük, yani günah, suç ve cürüm “şeytanın amellerindendir.” Haccın menasiki arasında şeytanı taşlamak da var. Hac mevsimi boyunca kimseyle kavga edilmeyecek, herhangi bir konuda çekişilmeyecek, hiçbir gönül incitilmeyecek; herkes kendine ve bir başkasına sabrı tavsiye edecek. Haksızlığa uğrayan bir insana -”Hacı sabır” demeli. İnsan meşakkatten geçmekte, çetin bir sınava tabi tutulmaktadır. Bir anda sinirleri boşalabilir, bir anda patlayabilir. Bırakın patlamayı, yüksek sesle ve incitici bir tonda konuşmak, cevap vermek bile hüsrana uğramaya sebep olabilir. “Hani , Ev’i (Kâ’be’yi) insanlar için bir toplanma ve güvenlik yeri kılmıştık.” (2/Bakara, 125.) Ayette geçen “mesabe”nin birkaç anlamı var. Hepsi de birbiriyle ilişkili, birbiriyle telif edilmesi mümkün olan anlamlar: Kimine göre kelime “toplanma yeri”, kimine göre “sevap kazanma”, kimine göre “dönüş” anlamındadır. “Mesbe(t)”in sonundaki “t” mübalağa ifade ediyorsa, bu durumda Allah’ın Evi’ne gelenler, her sene bir daha gelmek isteyeceklerdir. Çünkü buraya gelenler pek çoktur; gelenler geliş maksatlarının tam olarak gerçekleşip gerçekleşemediğinden bir türlü emin olamazlar, “Acaba eksik bir şey mi kaldı, bir hata yaptım mı?” diye kendi kendilerine sorarlar. Bunun “güvenlik (emn)” ile olan ilişkisini düşündüğümüzde, bizi derinden rahatsız edecek olan kuşkunun bizim kendi bedenimiz, dışımızdaki canlı varlıklar ve diğer insanlara, yani “öteki”ye karşı saygı ve ihtiramı tam olarak gerçekleştirip gerçekleştiremediğimizle ilgili olduğu anlaşılır. İnsanlar ve canlılar bizden emin oldular mı?

Bütün menasikleri yerine getirdik, peki iç anlamını, hikmetini kavradık ve maksadını tahakkuk ettirdik mi? Bizi Allah’ın Evi’ne çeken derin bir aşk var, ama aynı zamanda varlığa ve insana karşı eksik, yanlış ve hatalı tutumumuzun telafi edilmesi duygusu da bizi buraya çekmektedir. Hac uzun zamandır etkisini göstermiyor. Artık etkisini göstermeli. Ne zaman mı? Büyük sahabilerin önde gelen hasletlerinin her birinin Müslümanların hayatında yol gösteren bir yıldız olarak zuhur ettiği zaman. İslam’ın iki büyük şairinden biri olan Muhammet İkbal -diğeri Mehmet Akif’tir- hac dönüşünde birine sorar: “-Bize ne getirdin?” Hacı sayar: “-Hurma, zemzem, hediye kumaşlar, inciler vs.” Büyük İkbal şöyle der: “-Eğer bize Ebu Bekir’in sadakatini ve sıdkını, Ömer’in adaletini, Osman’ın hayasını ve Ali’nin ilmini getirseydin nice Pakistan’lar kurardık!”

Ali BULAÇ

  
6288 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi98
Bugün Toplam232
Toplam Ziyaret1646923
Hava Durumu
Saat
Vaaza Başlama Duası

Mevlid Kandili Dua Örneği

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI

VAAZ KILAVUZU

VAAZ VE VAİZLİK SEMPOZYUMU I
VAAZ VE VAİZLİK SEMPOZYUMU 2