• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/sunumvaaz.vaaz
  • https://www.instagram.com/sunum.vaaz/
  • https://www.youtube.com/channel/UCrOVK1v-SpWyJl9iE8YTMdA
Üyelik Girişi
Site Haritası
Takvim
Mübarek Geceler

Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar34.066234.2027
Euro37.991438.1437
ÖRNEK BİR VAAZ PLANI VE VAAZ DUASI
VAAZ HAZIRLAMA VE SUNMA TEKNİKLERİ

ASR SURESİ VE ZAMANI İYİ KULLANMA SUNUM VAAZI

CUMA SUNUM VAAZI

ASR SURESİ VE ZAMANI İYİ KULLANMA SUNUM VAAZI İNDİRMEK İÇİN TIKLAYINIZ.

ASR SURESİ WORD VAAZI

 

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ

وَالْعَصْرِ (1) اِنَّ الْاِنْسَانَ لَفى خُسْرٍ (2) اِلَّا الَّذينَ امَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ (3)

103. SÛRE (ASR)

 Asr'a yemin ederek başlar. Mekke devrinde nâzil olmuştur. 3 âyettir.

 

1. Asr'a yemin olsun ki,

2. Şüphe yok insan, elbette bir ziyandadır.

3. Ancak o kimseler ki imân ettiler, ve sâlih sâlih amellerde bulundular ve birbirlerine hakkı tavsiyede ve sabrı tavsiyede bulundular, onlar müstesna.

 

ASR SURESİ

İnsanı kuşatan en önemli çevre faktörlerinden biri de zamandır.

Birimleri saat, gün, hafta, ay, yıl ve asır gibi değişik ifâdelerle anlatılsa da hedef bellidir: İnsanın kullandıkça tükettiği bu en kıymetli sermayesini en iyi biçimde değerlendirmek. Allah Teâlâ'nın Kur'an-ı Kerim'de zamanla ilgili pek çok konuya yemin etmesi bundandır.

Asr, gün, gece, kuşluk vakti, sabah, güneş, ay ve yıldızlar, Kur'an'da Allah'ın üzerlerine yemin ettiği zaman ve dehr ile ilgili kavramlardır. Allah Teâlâ bu yeminlerle âdetâ bizi zaman konusu üzerinde düşünmeye ve zamanı en iyi şekilde değerlendirmeye çağırıyor.

Zamanın akışı sırasındaki geçiş dönemleri ile bazı özel anlamlı dönemler aslında insanın kendi kendini hesaba çekme konusunda kilometre taşlarıdır. Gündüzün aydınlığı kaybolup gecenin karanlığı çöktüğünde gündüzün muhâsebesini yapmak ve gündelik amellerini gönül terâzisinde tartmak tavsiye edilmiştir.

عن أبي هريرة )ر .ع( قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ  مَنْ كَانَتْ عِنْدَهُ مَظْلَمَةٌ لاخِيهِ مِنْ عِرْضِهِ أوْ شَىْءٍ مِنْهُ فَلْيَتَحَلِّلْهُ مِنْهُ الْيَوْمَ مِنْ قَبْلِ أنْ لاَيَكُونَ دِينارٌ وَ دِرْهَمٌ، إنْ كَانَ لَهُ عَمَلٌ صَالِحٌ أُخِذَ مِنْهُ بِقَدْرِ مَظْلَمَتِهِ، وإنْ لَمْ تَكُنْ لَهُ حَسَنَاتٌ أُخِذَ مِنْ سَيِّئَاتِ صَاحِبِهِ فَحُمِلَ عَلَيْهِ[. أخرجه البخاري والترمذي .

(5063)- Hz. Ebu Hureyre (r.a) anlatıyor: "Rasulullah (a.s) buyurdular ki:

"Kimin üzerinde kardeşine karşı ırz veya başka bir şey sebebiyle hak varsa, dinar ve dirhemin bulunmadığı [kıyamet (ve hesaplaşmanın olacağı)] gün gelmezden önce  daha burada iken helalleşsin. Aksi takdirde o gün, salih bir ameli varsa, o zulmü nisbetinde  kendinden alınır. Eğer hasenatı yoksa, arkadaşının günahından alınır, kendisine yüklenir." [Buhârî, Mezalim 10, Rikak 48; Tirmizî, Kıyamet 2, (2421).]

"Hesâba çekilmeden önce kendinizi hesâba çekin, amelleriniz tartılmadan önce siz tartın." Gece yatağa girince bu tür bir muhâsebe nasıl bir zaruretse sabahın seher vaktinde uyanıp Cenâb-ı Hakk'ın rahmet, mağfiret ve şefkatine sığınarak bir muhâsebe de öylesine bir zarûret ve vazifedir. Nitekim Allah Rasûlü:

"Gecenin sabaha yakın saatlerinde Allah Teâlâ dünya semâsına rahmet ve mağfiretiyle nüzûl ve tecellî edip: Yok mu duâ eden icâbet edeyim? Yok mu benden bir şey isteyen vereyim? Yok mu mağfiret dileyen bağışlayayım? buyurur" (Buhâri, Teheccüd, 14) demektedir.

Cuma günü haftalık; ay sonu ve başı aylık; kandil geceleri, üç aylar ve özellikle Ramazan, yıllık muhâsebe imkânı vermektedir. Özellikle Şaban ayının on beşinci gecesi olan Berat kandili bir yıl boyunca meydana gelecek olayların görevli meleklere tevdî edildiği bir gece olması ve hemen mağfiret iklimi Ramazan'a tekaddüm etmesi bakımından yıllık muhâsebe için çok önemli bir fırsattır.

Bunun dışında meydana gelecek pek çok fiziki ve sosyal olay da insanların silkiniş ve toparlanışı ve muhâsebesi için güzel vesileler olarak değerlendirilebilir. Özellikle deprem, yangın ve sel felâketi gibi tabiî âfetlerle; pek çok sosyal problemler bu konuda önemli fırsatlardır.

Kur'an'da özel bir sûrenin adı olan "Asr" kelimesi gece ve gündüzü kapsayan ve genel zaman anlamına gelen dehr, gündüzün zevalden sonraki ikindi vakti ve bir şeyin özel vakti gibi anlamlar taşımaktadır. Bu kelime mutlak zaman, özellikle içinde bulunulan zaman ve yüz senelik zaman anlamına da gelir.

Asrın "Dehr" mânâsına olan mutlak ve küllî zaman anlamı, üzerinde düşünülmeğe değer bir husustur. Böyle bir zaman birimi üzerine yemin etmenin hikmeti, insana devamlı musîbetler yağdıran zamanın acıları ve büyük olaylarıyla değişmelerine dikkat çekmek ve uyarmaktır. Zaman bir taraftan ardı arkası kesilmeyen hareket ve değişimi, bir yandan da sükûn, sâbitlik ve devamlılık ifâde eder.

İnsanın ömrü, sermâyesi ve en kıymetli hazinesidir. İnsan ne kazanacaksa onunla kazanacaktır. Ömür ise külli zamandan bir parçadır. Ömür her nefes, her saat harcanıp tükenmekte ve her nefes geçtikçe hesap vakti yaklaşmaktadır. Eğer bu nefesler insanın istediği gibi kullanacağı şekilde kendisine ait olsaydı, insan onu dilediği gibi kullanmakla hiçbir zarara uğramazdı. İnsanın ömürden bütün istifadesi, harcama ve alış verişinden elde edilecek kârına bağlıdır. Onun için

وَاَنْ لَيْسَ لِلْاِنْسَانِ اِلَّا مَاسَعى

"İnsana çalışmasından başka birşey yoktur" (en-Necm, 53/19) buyurulmuştur.

Asr sûresinde Cenâb-ı Hakk, asra; zaman dilimine yemin ile insanlığın zararda olduğunu belirterek bu sermayeyi bilinçsizce tüketmenin zararına dikkat çekmiş oluyor. Çünkü kârsız geçen her an, o değerli sermayeden heder edilen bir ziyândır. Zamanı delip kardelen çiçeği gibi çıkan îmân ve sâlih amellerle insan, ebedî saadetin kapısını aralama imkânı bulmaktadır. İnsan, ömrünün hangi lâhzada sona ereceğini bilemediği için her nefesi son nefes ve ganimet bilerek ve'l-asr sûresinin rûhuna sâhip çıkmalıdır. Ne buyuruluyordu Asr sûresinde: "Asra kasem olsun ki, insan mutlak bir hüsrandadır; ancak o kimseler başka ki, iman edip sâlih ameller işlediler, birbirlerine Hakk'ı tavsiye ettiler ve birbirleriyle sabır husûsunda vasiyetleştiler."

Sûrenin ilk âyetinden insan için ziyân ve sıkıntının asıl olduğu anlaşılmaktadır. İnsanın gerçek saâdeti, dünyanın acısına ve tatlısına iltifât etmeden âhireti sevmek ve ona yönelmektir. Ancak insanların ekserisi dünya sevgisi ve talebi ile meşgul ve meşbû olduğu için zarar ve helâke düçârdır. Bu helâkten kurtulabilecek olanlar şu dört sıfata sahip olanlardır.

1. İman edenlerdir.

Allah'ın varlığını birliğini ve indirdiğini kabûl ile iyi ve kötünün, hayır ile şerrin, isyankâr ile itâatkarın Allah nezdinde farklı olduğuna ve her yapılan işin karşılığının verileceği kıyamet gününe ve daha inanılması gereken herşeye inanmışlardır.

2. Güzel ameller işleyenlerdir.

Bunların imanları sâdece dillerinde ve gönüllerinde kalmamış, akıllarına, duygularına ve topyekün organlarına nüfûz etmiş ve davranışlarına yansımıştır. Yasaklanan şeylerden kaçınmışlar, tertemiz ve istikamet üzre bir hayat yaşamışlardır. İşlerine ve muâmelelerine hîle, hud'a ve riyâ karıştırmamışlardır. Allah'ın emrettiği ve İslâm'ın esasları sayılan amel ve ibâdetler iki temel üzeredir.

Birincisi et-Ta'zim li-emrillâh; yâni Allah ile ilişkisinde kulluk bilinciyle hareket ederek ilâhi emirleri yüceltmek. Namaz ve oruç bu türden olup kulun gönül dünyasını imâra, imânını takviyeye ve ihsân kıvamında bir kulluğa ermeye yardımcı olur.

İkincisi: eş-Şefekatü li-halkıllâh, yâni Allah'ın yaratıklarına şefkat ile muâmeledir ki, zekât ve sadaka bu türdendir. Hac'da ise ikisi birden yaşanmaktadır. Yâni hem ilâhî emirleri yüceltme, hem de yaratılanı Yaratanından ötürü sevme husûsiyeti birlikte idrak edilmektedir.

3. Birbirlerine Hakk'ı tavsiye edenlerdir,

Bu ayette yer alan ve çeşitli anlamlarda kullanılan "hak" kelimesi, "gerçek, sabit, doğru ve varlığı kesin olan şey" anlamına gelir ve batılın zıddı olarak kabul edilir.  (Zemahşeri, Esasu'l Belağa, s.136-137)

Hak kelimesinin Kur'an'da geçen ve dikkat çeken belli başlı anlamları şunlardır:

ثُمَّ رُدُّوا اِلَى اللّهِ مَوْليهُمُ الْحَقِّ

"Allah, (En'am 6/62)

وَقُلْ جَاءَ الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ اِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا

وَقُلِ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْ فَمَنْ شَاءَ فَلْيُؤْمِنْ وَمَنْ شَاءَ فَلْيَكْفُرْ

Kur'an ve İslâm,  (İsra 17/81; Kehf 18/29)

رَبَّنَا افْتَحْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ قَوْمِنَا بِالْحَقِّ وَاَنْتَ خَيْرُ الْفَاتِحينَ

Adalet,  (Araf 7/89) 

اَلَمْ يُؤْخَذْ عَلَيْهِمْ ميثَاقُ الْكِتَابِ اَنْ لَا يَقُولُوا عَلَى اللّهِ اِلَّا الْحَقَّ

Gerçeğe uygun söz, (Araf 7/169)

وَمَا يَتَّبِعُ اَكْثَرُهُمْ اِلَّا ظَنًّا اِنَّ الظَّنَّ لَا يُغْنى مِنَ الْحَقِّ شَيًْا اِنَّ اللّهَ عَليمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ

Aslına uygun bilgi ve inanç,  (Yunus 10/36) 

فَلَمَّا جَاءَهُمُ الْحَقُّ مِنْ عِنْدِنَا قَالُوا اِنَّ هذَا لَسِحْرٌ مُبينٌ () قَالَ مُوسى اَتَقُولُونَ لِلْحَقِّ لَمَّا جَاءَكُمْ اَسِحْرٌ هذَا وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُونَ

Kesin delil,  (Yunus 10/76,77) 

وَجَاءَتْ سَكْرَةُ الْمَوْتِ بِالْحَقِّ ذلِكَ مَاكُنْتَ مِنْهُ تَحيدُ

“Ve ölümün şiddeti bihakkın gelince: "İşte bu, kendisinden kaçınır olduğun şey" (denilecektir).”

Vukuu kesin olan ölüm,  (Kaf 50/19) 

 وَاقْتَرَبَ الْوَعْدُ الْحَقُّ فَاِذَا هِىَ شَاخِصَةٌ اَبْصَارُ الَّذينَ كَفَرُوا ياَ وَيْلَنَا قَدْ كُنَّا فى غَفْلَةٍ مِنْ هذَا بَلْ كُنَّا ظَالِمينَ

“Ve doğru olan vaad (Kıyamet günü) yaklaştığı zaman, artık kâfirlerin gözleri muzdarip bir hale gelecek, (ve diyeceklerdir ki:) "Eyvah bizlere! Biz bundan gaflette bulunmuş olduk. Hayır. Biz zalimler olduk.”

Ahiret, (Enbiya 21/97)

 

وَفى اَمْوَالِهِمْ حَقٌّ لِلسَّائِلِ وَالْمَحْرُومِ

فَاتِ ذَاالْقُرْبى حَقَّهُ وَالْمِسْكينَ وَابْنَ السَّبيلِ ذلِكَ خَيْرٌ لِلَّذينَ يُريدُونَ وَجْهَ اللّهِ وَاُولئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

Korunması, gözetilmesi ve sahibine ödenmesi gereken maddi manevi değer." (Zariyat 51/19; Rum 30/38)

Görüldüğü gibi "hak" kavramı, hem gerçek varlığı, hem hak dini hem de doğru sözü, bilgiyi ve uygulamayı ifade etmektedir.

Hakk, Allah'ın isimlerinden biri olduğundan bu âyet öncelikle O'na yönelişi; iman, amel ve sözlerin hep Hakk için sarf edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.

Çünkü Hakk için sarf edilmeyen her şey boştur ve hüsranı gerektirir.

Hüsran ve ziyandan kurtaracak iman, amel, söz Hakk'a müteveccih olandır. Her şey Hakk'ın elindedir. O'nun elinde olana ulaşmak için de O'na koşmak lâzımdır. O'na koşmayan, O'ndan kaçan O'nun elindekine ulaşamaz. Ayrıca Hakkı tavsiye etmek, hakk üzere vasiyetleşmek maruf; yâni doğru ve güzel olanı yaymak için dayanışma içinde olmak ve yardımlaşmak demektir. İyiliği emir ve kötülüğü nehy etmenin müessese haline gelmesi toplumlarda kötülük ve fenâlığın yayılmasını önler. Toplumsal dayanışma ve sosyal müeyyidelerle toplumun mütecânis yapısını geliştirir. Toplum fertleri farklı karakter yapısında olsalar da ortak akıl ile müşterek değerlere sahip olurlar ve ortak bir nabız oluştururlar.

4. Birbirleriyle sabr üzere vasiyetleşenlerdir.

Hakk'ı tavsiyeden sonra Hakk ile buluşan insanların bu güzelliği elinde tutabilmesi için ödeyeceği bir bedel vardır. O da sabırdır.

Hakk'ı kabul ve ona riayet konusunda insanın karşılaşacağı en büyük engel nefsidir. Dünyanın çekiciliğine kolayca aldanan nefs, hevâsının baskısı sonucu Hakk'a teslimiyet ve bağlılıkta çoğu zaman bocalar. Bir dış destek ve yardım görmeyince Hakk'a itâat konusunda gevşeyebilir. Bu yüzden insanların birbirlerine uyarıları Hakk'a itâat ve Hakk'ı kabûl noktasında çok gereklidir. Bu uyarının ardından nefs engelinin sabır ile aşılması mümkündür. "Sabırla koruk helva olur" demişler. Hakk yolunda yürümek çok kolay bir iş değildir. Yerine göre mücâdeleyi, acı çekmeyi ve zorluklara katlanmayı gerektirebilir, Hakk yolunda güzel iş görmek, bu dünyada güzel işler yapmak ve bu uğurda can vererek Hakk'a şehid olarak kavuşmak en büyük saâdettir. Ancak bunların hepsi azim ve sabıra bağlıdır.

      Efendimiz (a.s) şöyle buyurur:

  الصّبْرُ ثَلاَثَة فَصَبْرٌ عَلَى الْمَعْصِيَةِ وَصَبْرٌ عَلَى الطّاعَةِ وَصَبْرٌ عَنِ الْمَعْصِيَةِ فَمَنْ صَبَرَ عَلَى الْمعْصِيَةِ

"Sabır üçtür: Musibetlere karşı sabır, taatte (kullukta) sabır, günah işlememekte sabır.

 Zaten sabır nefsin iyi bir şey yapmak veya kötülüklerden kaçınmak için acıya ve meşakkate tahammül göstermesi, sızlanmayı terketmesidir. Allah'dan yardım dilemenin fiîli yolu sabır, kavlî yolu duâdır.

Sabır Hakk'ta direnmede olduğu kadar, sûrede daha önce zikri geçen imân ve amel-i sâlih konularında da geçerlidir. Çünkü sabır hem irâdî işlerde, hem de gayr-i irâdî; Hak cânibinden gelen hususlarda geçerlidir. İrâdî fiillerin yapılması istenenlerinde de, kaçınılması gerekenlerinde de sabır vardır. Nitekim:

عن أنسٍ )ر.ع( قال: قَالَ رَسُولُ اللّهِ: حُفَّتِ الْجَنَّةُ بِالْمَكَارِهِ وَحُفَّتِ النّارُ بِالشّهَواتِ.

(5125)- Hz. Enes (r.a) anlatıyor: "Rasulullah (a.s) buyurdular ki:

"Cennetin etrafı mekarihle (nefsin hoşlanmadığı şeylerle) sarılmıştır. Cehennemin etrafı da şehevî (nefsin arzuladığı, cazip) şeylerle sarılmıştır." (Müslim, Cennet, 1; Ebu Davud, Sünnet, 22) hadisi ikisini de kapsamaktadır. Gayr-i irâdî olayların da doğrudan Allah'tan gelen belâ ve musibetlerde de, diğer varlıklar eliyle ulaşan sıkıntılarda da bulunduğunu unutmamak lâzım.

İman, güzel amel, Hakk'ı tavsiye ve sabrı tavsiye gibi dört önemli özelliği kendinde bulunduranların zamanın fitnelerinden, yaşadıkları çağın sıkıntılarından mutlak kurtuluşa erecekleri anlaşılmaktadır. İmam Şâfiî'nin bu sûre hakkında; "Kur'an'da bu sûreden başka birşey inmeseydi insanlara yeterdi" sözü bu sûrenin Kur'an'ın özeti olduğunu göstermektedir.

Bu sûrenin ışığında geride bıraktığımız asra baktığımızda çok sıkıntılı bir dönem geçirdiğimiz muhakkak. Yirminci yüzyıl İslâm dünyasının sıkıntı ve sarsıntılarla bunaldığı, ezildiği, horlandığı, diz çöktürülmek istendiği bir çağ olarak geçti. İnsanlarımız çok acılı ve sancılı günler yaşadı. Bununla birlikte yeniden kendi kimlik arayışına adımlar atmaya başladı. Komünizm belâsı ile Türk dünyası çok yara aldı, kazınmak istendi. Ama murâd-ı ilâhî ona yeniden hayat verdi.

Henüz girmiş olduğumuz yirmi birinci yüzyılda veya Milenyum tabir edilen bin yıllık zaman diliminde İslâm ve Türk dünyası yeni bir yapılanmaya girmek ve globalleşme sürecini kendi değerleri açısından gözden geçirip en azından Asr sûresinin önüne koyduğu temel ilkeleri hayatına taşıyabilecek bir zemin aramak ve oluşturmak zorundadır. Değilse ABD ve AB arasında sıkışıp kalır. Üzerinde yaşadığı topraklara ve özüne yabancılaşır. Onun için yeni bir asra girerken Asr sûresinin mesajını tekrar tekrar okuyup özümsemek zorundadır İslâm yurtlarının insanları.

 

Merhum Akif’ten dinleyelim bir de:

Hani ashab-ı kiram ayrılalım derlerken,

Mutlaka "Sure-i ve’l-asrı" okurmuş, bu neden?

Çünkü meknun o büyük surede esrâr-ı felâh

Başta imanı hakiki geliyor sonra selâh;

Sonra hak, sonra sebât. İşte kuzum insanlık,

Dördü birleşti mi yoktur sana hüsran artık. (Ersoy, Mehmet Akif, Safahat, s.382)

 

Yeni Bir Asır ve Asr Sûresi

Hasan Kâmil Yılmaz, Altınoluk, Ocak 2000, Sayı: 167 Sayfa: 5 

21168 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi66
Bugün Toplam438
Toplam Ziyaret1647129
Hava Durumu
Saat
Vaaza Başlama Duası

Mevlid Kandili Dua Örneği

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI

VAAZ KILAVUZU

VAAZ VE VAİZLİK SEMPOZYUMU I
VAAZ VE VAİZLİK SEMPOZYUMU 2